Başımıza Gelenler Kitabının Özeti-3
Kırım savaşlarında da Kars Moskoflar tarafından sarılıp çenbere alınmıştı.Ve yine Karslılar o gün, vatan müdâfaasında yeleli arslanlar gibi döğüşmüşlerdi. Bu defâ da şehir, geceli gündüzlü yirmi yedi gün topa tutuldu. Çok evler yandı, yıkıldı.Erkek kadın, çoluk çocuk, genç ihtiyar niceleri şehid oldu. Allah'ın rahmetihepsinin üzerine olsun.
Rus orduları Başkumandanı General Loris Melikof, Kars kumandanımıza haber göndermiş: (Sizler için' kurtuluş ümidi kalmamıştır. Asker ve halkı boş yere öldürtmemek için, kayıtsız şartsız teslim olun.) diye, Kars kumandanı, yapılan buna benzer tekliflerin bâzılarına hiç cevap vermez, bâzılarına da (Hayır!) der; arada bir, halkın da iştirakiyle çıkışlar yapar, akşam gün batana kadar döğüşür, sonra herkes yerli yerine çekilirmiş.
Sarılmış askere, uzun süren bir muhasaradan sonra, (Teslim olun.) demek, takdir edersiniz ki, kötü tesir eder. Bu sebeple, askerin cesâretini ayakta tutup artıracak bâzı yollara, hiyle de olsa, baş vurmak zarureti vardır ve gerektir. İşte bu cümleden olarak, yukarıda hayat hikâyesini anlattığım, bizim meşhûr Mihri Ali yanına aldığı kırk elli kadar seçkin süvarisi ile Rus muhâsara hattının gerisine çıkar; düşman ordugâhına getirilmekte olan yiyecek kafilesini vurur. On dört arabayı, olduğu gibi üzerindekilerle birlikte zaptederek Kars'a getirir. Kars'a gelirken önüne çıkan düşman kuvvetlerini de geri çekilmeğe mecbur ederek cesaret ve yiğitliğini ispat ile hem askerin mâneviyatını yülseltir, hem de halkın yüzünü güldürür.
Mihri Ali'nin dillere destan olan kahramanlıklarından biri de; düşmanın binlerce koyununu silah zoru ile alıp Kars'a sokmuş olmasıdır,Unutmayalım!...

TOPLARIMIZIN DÜŞMAN TARAFINDAN HASARA UĞRATILMASI
Anlatılacak şu hâdiselerin meseleleri muhâkeme etmeye yarar olacağından anlatılmasında fayda vardır.
Düşman Zaim tarafına yerleştirdiği toplarla Kars'ın Karadağ ve Karapatlak istihkâmlarını aşağıdan yukarıya döşerken bâzan aşırtmalı olarak attığı güllelerle şehrin içerisini dahi allak bullak eder halkı dehşete düşürürmüş. Bunun üzerine bizimkiler de Karapatlak istihkâmının sol ilerisine ufaak bir çukur kazıp içerisine üç top yerleştirerek düşman bataryalarım susturmak istemişler, Düşmansa susacak yerde şiddetini daha da arttırmış. Bu defâ bizimkiler gece baskınına karar vermiş ve sabaha karşı da hücûma geçmişler.Ama ne var ki düşman atalarımızın, (Su uyur, düşman uyumaz.) hikmetini kendi atalarından iyi öğrenmiş olmak ki, bir baskın ihtimâlini düşünerek bataryalınnm arka tarafında uzakça bir yere savunucu taburlar yerleştirip olması muhtemel baskını her an bekler imiş.Ve işte bunlar da bizimkilerin üzerine saldırmışlar. Sabahın alaca karanlığında gırtlak gırtlağa bir boğazlaşmadır başlamış. Bizimkiler daha sonra geriye çekilmeye mecbur olmuşlar.Ve hattâ biraz da tâkip olunmuşlar. Bu boğazlaşma ve tâkip o derece şiddetle cereyan etmiş ki, bizimkiler o üç topun bulunduğu istihkâmı da geride bırakarak Karadağ ve Karapatlak istihkâmlarma kendilerini zor atmışlar. Düşman bu üç topu alıp götürmeyi denemiş ise de, o an için gördüğü zorluktan yalnızca kamalarını söküp almakla yetinmiş Demek oluyor ki düşman topları üzerine yapılan baskın, onun dikkat ve şiddetini artırmaktan başkabir işe yaramamış.
Bugünlerde Ardahan'dan boşalan askerin Livâne'den (Artvin) Tavusger yoluyla Erzurum a ulaştığı haberi alındı. Mustahfiz askerlerinden yapılan ilâvelerle Erzurum'da toplanmış olan taburların sayıları tamamlanıp başlarına gerekti rütbe ve sayıda subaylar konuldu.

 ELEŞKİRT KUVVETLERİNİN VERDİĞİ SAVAŞ VE TATLIOGLU MEHMET PAŞANIN ŞEHADETİ
Galiba Haziranın yedinci günü idi. Eleşkirt kuvvetlerinin arka tarafında, Delibaba boğazında kurulan askerî idâre merkezindeki telgraf memuru, bizim ordunun telgrafçısına; (Bugün Eleşkirt kuvvetlerimiz harbe girişmiş, askerimiz bozulmuş. İşte bozulan asker buraya dökülmeğe başladı. Ben ne yapacağım?) diye haber verip sormuş. Bizim telgrafçı durumu kumandan paşaya arzettiği gibi ortalığın hâli değişti. Kumandanpaşa derhal telgraf çadırına giderek, Delibaba'daki telgrafçıdan, subay veya er, harpten dönmüş kim varsa birisini makina başına istedi. Adını şimdi hatırlayamadığım birisi geldi. (Hal nedir? ne oldu? Paşalar nerede kaldı?) diye sorunca, karşıdaki: (Sabahleyin düşmanın taarruz ettiğini, savaşların bütün şiddetiyle epeyce bir zaman devam ettikten sonra Tatlıoğlu ferik Mehmet Paşanın, başına isâbet eden bir şarapnelle şehid olması üzerine, askerin de bozulduğunu; parça parça Delibabaya doğru akıp gelmekte olduğunu; Mehmet Paşadan sonra kumandayı üzerine alan Mirlivâ Mustafa Câvıt Paşanın da yolda olup henüz gelmediğim.) söyledi.
Alınan haber kötü idi. Telgrafçıya, nerede ise Câvit Paşayı bulup makina başına çağırması emrolundugu zaman, akşama bir saat kalmıştı. Mustafa Câvit Paşa makina başına geldiğinde vakit akşamı geçmişti. Muhtar Paşa, onun özet olarak verdiği raporla yetinmeyip uzun uzadıya sorguya çekti.Alınan bilgileri not ettirdi. Neticede, düşmanın sabahleyin taarruz ettiği; harp, bizimkilerin müdafaası ile çok güzel bir şekilde devam ederken Mehmet Paşanın şehit olduğu; düşmanın sag kanadımız uzerine yüklendiği ve ağır bastığı; bu suretle durumun tehlikeye düştüğü; kendisinin kumandayı ele aldıp zaman yeterince cephâne kalmamış olduğundan askere muntazaman geriye çekilme emrini verdiği; önce Delibaba boğazına, oradin da idârenin bulunduğu Tayhoca köyüne gelindiği, anlaşıldı. Fakat, uzun süren konuşma cereyan tarzından, çekilmenin hiç de Mustafa Câvit Paşanın dediği gibi, kademeli ve nızâmî olmayıp tam bir bozgun hâlinde olduğu, açıkça anlaşılıyordu.
Askerin hâlini bizzat gidip yerinde görmek ve incelemek üzere, Başkumandan Paşa, yaverlerinden Kolağası Rızâ efendiyi görevlendirdi.Ayrıca, M.Câvıt Paşaya (Hiç zaman kaybetmeden, askeri, boğazın mudafaya elverişli sırtlarına çıkar. Yarın, Erzurum dan ferik Ahmet Fâzıl Paşa yetişinceye kadar bulunduğun yeri savun. Şâyet, asker disiplin altına alınamaz, boğazdan dışarı taşar ve Erzurum'a doğru kaçarsa, ileriye birkaç bölük asker koyup söz dinlemeyenleri vurdur.) emrini verdi. ferik Ahmet fazıl Paşaya da: (Telgrafi alır almaz, derhal delibaba boğazına hareket et ve Eleşkirt firkasın kumandasını üzerine al.) denildi. Delibaba boğazı, Erzurum'a on dört saat. Bize ise, altı yedi saattir.
Yaver Rızâ efendi, gece yarısı oradan telgrafla verdiği raporda: askerin bozularak Delibaba boğazına panik
hâlinde indiğini, ve hattâ kendilerine iltihak etmek üzere Köprüköyü'nden yollanan iki tabura da yolda tesâdüf edip onları dahi dehşete vermiş olduklarını; bunların da ordunun ihtiyacı olan peksimet, çadır, ve malzeme yüklü katırların iplerini kesip yüklerini devirdikten sonra binerek geriye, taa Aras nehri kıyılarına kadar dökülmüş oldukları, gözleriyle gördüğünü bildiriyordu.

Bunun üzerine Rızâ efendiye, kaçanların toplanarak boğazdan içeriye sürülmesi, emrolundu. Kumandan ferik Ahmet Fâzıl Paşaya geldiği zaman verilmek üzere şu emir de yazdırıldı: (Mevki-in durumunu pek iyi bilemiyorsam da, Delibaba boğazının ilerisindeki sırtların, düşman tarafından gelen yolların birleştiği noktayı müdâfaa için elverişli olduğunu anlıyorum. Gelir gelmez, gereken incelemeyi yaparak, askeri ona göre yerleştiriniz ve bize de düşmanın durumunu bildiriniz.)
Muhtar Paşa, gelen telgrafi yeterince açık ve güven verici bulmadı. Dün, altı taburu ile Haa Râşit Paşa da Oltu'dan gelmişti. Durumu tekrar gözden geçiren Muhtar Paşa, Eleşkirt fırkasını takviyeye karar verdi. Bunun için: Mirlivâ Şâhin Paşa kumandasına üç tabur piyâde; Mirlivâ Mustafa Safvet Paşa kumandasına, toplanmış olan yardımcı süvarileri; Musa Kâzım Paşa kumandasına da, çerkez süvarileri verip Delibaba boğazına doğru hareket ettirdi.
Kısacası, Muhtar Paşa, Eleşkirt fırkasının durumundan emin değildi. İçini bir kurttur kemiriyordu.
Çünkü, yeni kumandan Ahmet Fâzıl Paşa pek iyi, sağlam, güvenilir,dirayetli bir kimse olmakla beraber, savaş nedir görmemiş, meydanların yabancısı ve tecrübeye muhtaç bir asker; Mustafa Câvit Paşa ise, 1860 tarihlerinde, daha yüzbaşı iken, Karadağ muhârebelerinde göğsünden girip sırtından çıkan bir kurşunun hâlâ korku ve dehşeti altında.Yirmi yıldır unutamamış.Canı, bütün silâh arkadaşlarından daha kıymetli ve önemli.
 YARALILARIMIZLA İLGİLİ BİRKAÇ SÖZ
O gece sabaha kadar yük beygirleri yaralı taşımış. Seyyar hastahânemiz olmadığından yaralıların ağırcaları, üç dört saat geride askerî idâre merkezimizin bulunduğu Tayhoca köyüne; daha hafifleri, Köprü köyüne ve Erzurum'a gönderilmiş.
Bu yaralılardan bâzıları elde yeterince sıhhî techizât ve malzeme olmadığı için kan kaybından, diğer bazıları ise, gerekli ihtimamı göremedikleri için ilgisizlikten yollarda dökülmüş, veya gittikleri yerlerde ölmüşlerdir. Ne yeterince doktor, ne cerrah, ve ne de sıhhî malzeme ve teçhizat var elde. Buna karşılık bir gün içinde ardı ardına dökülen yüzlerce yaralı...
Bu öyle bir haldir ki, dil târifinden âciz kalır..Ancak hâdiseyi bizzat yaşayanlar bilir. Hele yaralı bir askerin, iki üç gün, semerli beygirler üzerinde sallana sallana taşındığını bir düşününüz!,..Yaralıyı bırakın, sağlam ne hâle gelir?!... O da ayrı bir dert. Diyelim ki hafif yaralılar dayanabilir, ya ağır durumda olanlar? Rabbim selâmet versin...Neysee, dert çok.

Uzatmayalım da söz burada kalsın.
Sağ kanattan süvari Miralayı Derviş Ahmet Bey ayağından kurşunla yaralı olarak; sol kanattan kurmay binbaşılardan (Zorlu asker) lakabı ile anılan Manastırlı Rifat Bey de başparmağı ile şehâdet parmağı arasındaki etten yaralı olarak tâ Erzurum'a kadar dönüp gitmişler. Rifat Bey'in arkadaşları, onun başparmağı ile şehâdet parmağı arasındaki yaradan uzun kısa çok şeyler anlattılar. Bilmem, varsa vebâli anlatanların boynuna. Mâmâfih iki ay kadar sonra Rifat Bey ordumuz Kars'ın ilerisinde iken gelip iltihak etti- Fakat Derviş Ahmet Bey, harp bitip silâhlar susuncaya kadar erzurum'dan bir daha çıkmadı. Acabâ ayağından aldığı yaranın kavuşup iyileşmesi bunca zaman sürdü mü dersiniz? Bâzılarının dedikleri gibi savaşa dönmemek için bunca zaman Erzurum da ayak sürüyüp gezmişse, doğrusu yazıklar olsun onun Türklüğüne ve askerliğine...
Bu tarihten beş ay sonra Ahmet Muhtar Paşa Erzurum'a döndüğünde, uydurma ve hafif sebeplerle cepheden kaçıp zilletle can sürüyen subay ve kumandanları cezâlandırır ve ordudan kovarken bu Derviş Ahmet Beyi de ibret olsun diye ordudan kovmuştu.
(Denenmişi deneyen, pişman olur.) Mustafa Câvit Paşanın ne kıratta bir adam olduğunu, bir kurşun yarasını yirmi seneden beri unutmadığını yukarıda bilvesiyle anlatmıştık. Barış günlerinde kimseyi beğenmez, lafazan, gösteriş budalası kalpazanların çoğunun, (erlik gününde) hâli böyledir. Hareket hâline gelmeyen sözlerden ve lâf ebelerinden milletçe Allah'a sığınalım!
Şimdi biraz da Horum Taraflarında ne olup bitiyor ona bir bakalım:
HORUM SAVAŞI BAŞLIYOR
Bugün, Haziranın yirmi beşi Tanyerinin agarmasıylabirlikte düşmanın Meyillidüz'ü terkleı orduğahımızın bulduğu Horum'a doğru hareket ettiği haberi alındı, ve düşman kuşluk vakti geldi dayandı.
Karsımıza gelmiş bulunan düşman, toplarını yerleştirdi. Toplarınız ateş sahası içerisindeler ama mesafe tayin ettirmemek için ateş etmiyorlar.
Ordugâhımızın ilerisindeki metrisler önünde bizim süvariler sayıca kendilerinden çok üstün olan Moskof
süvarileriyle tutuştular bile. Savaş iyice kızıştı. Tüfek sesleriyle kılınç şakırtılarına karışan  at kişnemeleri yankılanıyor derelerde. Düşman bataryalarından bir tanesi ateşe başladı. Ateş devam ediyor, hâlâ hedef tutturamadılar.
Düşmanın top ateşlerinin fiyasko ile neticelendiğini gören bizim birinci hattaki mehmetçilekler: "Yûhâ! yuha!..." diye alay edip bağrışıyorlar. Borazancılar da aynı havayı tutturmuş (yûhâ!) çekiyorlar. Düşman topları sustu! Top dilinden anlayanlar, bunun iyiye alâmet olmadığını kavramışlar.Düşman tutturabilmek için toplarının yerlerini değiştirip ayarlama yapıyormuş.Ama ben, olanlardan habersiz, çekilen yühâların neş'esiyle kavgayı daha iyi seyredebilmek için,atıma atlayıp bizim Şâban ağa ile birlikte birinci hattın bulunduğu yere hareket ettim. Daha varmamıştım ki, bizim çarpışan süvari bölüğünün kumandanı Yzb.Hacı Abdullah ile karşılaştım. Savaş hattımızdan içeri giriyordu. (İşte moskofu getirdik.Orduya teslim ettik. Ne yapacaksanız yapınız!) diye, ben fakire bir lâtifede bulundu ki... Doğrusu, bunu hiç unutamam.
Düşman toplarından tekrar duman yükseldi. Mermilerin başımızın üzerinden geçmekte olduğunu, kopardığı çığlıklardan anladım. Bizim toplar da kükredi!. Düşman bu defa tutturmuştu, ateşini sıklaştırdı. O sırada bizim topların yerleştirilmiş olduğu tabyadan düşmanı seyreden askerlerimizin içerisine bir mermi düşmez mi! Şimdiye kadar atılan topları Kadir gecesi; veya bayram topu zannederek (yûhâa!) çekenler, ölümle burun buruna gelince, bu defa ağızlarını değil, gözlerini açtılar.
Her gelen mermi, çocuk mezarı kadar bir çukur açıyor, içerisinde patlayıp taş, toprak, şarapnel... durmadan ölüm saçıyordu. Biraz önce (Yûhâa!) çekenler, şimdi toplarımızı yalnız bırakıp bulundukları tepenin ardına sıyrıldılar. Ferik Muhlis ve Mirlivâ Şevket Paşalar ile Binbaşı Hacı Süleyman ağa ve diğer yürekliler ellerinde kamçı ve dipçiklerle ürken askerleri, pıstıkları yerlerden zorla er meydanına çıkarırlarken düşman da her dakika artan bir şiddetle ateşine devam ediyordu. Bizim bataryaya göz açtırmıyorlardı. Fakat,bizim topların bulunduğu yerde önceden hazırlanmış ara siperler olduğundan, düşman mermileri tam isabet kaydedemıyorlardı.
Allah için, o gün bizim batarya kumandanı Kolağası Şerif ağa, hem topçulara cesâret hem de kendi mermilerine iş gördürerek askerlik sanatının ve mesleğinin en güzel örneklerini vermekteydi. Top başında, topçulardan gayri kimse kalmadı. Bataryayı korumakla görevli askerler, tepenin arkasına döküldüler. Bu hâli gören düşman, piyâde hucumuna kalktı.
Birinci hat merkezinin bu karışık durumu, ve düşman mermilerinin artan şiddeti bizi ürküttü. (Nemize gerek. İkinci hatta dönelim.) dedik. Şâban aga ile yola düştük. Evet, keşke yerimizden kıpırdamaz olaymışız!
O bin beş yüz metrelik yolda neler çektiğimizi bir Allah bilir bir de biz. Ben o güne kadar mermi nasıl gelir, nasıl patlar, gözlerimle görmemiştim.Meger birincı hatta iken başımızın üzerinden kıyâmetler kopararak selâmetle geçtiğini söylediğim mermiler, burada iki hat arasında patlar imiş.Yağmurdan kaçalım derken ateşin dolusuna ve tam ortasına düştük. Sağda, solda, yanda, önde patlayan mermiler. (Bizi at üzerinde gören düşman, kumandan falan zannetti gâliba. Aman inelim' dedik indik olmadı. Bindik olmadı. Yattık, olmadı' Zikredip (hû!) çeken dervişlerin sağa sola boyun kesmesinden tutun da, secdeye varıncaya kadar her hareketi yaşımızdan ümit edilmeyen bir kabiliyet ve elastikiyetle yaptık. Nice defalar can alıp, can verdikten sonra öğrendik ki, top mermilerinin çığlığı, geçip gittikten sonra arkasından işitilirmiş.
Bu açıklamayı, benden sonra aynı duruma düşecek ler için, korku nedeniyle çeşitli oyunlar çıkarıp herkesi kendilerine güldürmesinler diye yapıyorum.
Her neyse, ikinci hatta erişip,mermilerin tesir sâhasından yakamızı sıyırdık elhamdülillah! Şimdi, araya düşen top mermilerinin tozunu ve birinci hattaki kardeşlerimizin savaşını seyrediyoruz.
Birinci hattan ayrılan üç süvâri dolu dizgin bize doğru geliyor.Hepimizin gözü bu üç süvâride. Öndeki kır atın yalısı ve boynu kan içinde. Yaklaşınca Muhlis Paşanın yaralı olduğunu gördük Sağ elinin üzerinden giren kurşun avucunun ortasından çıkmıştı. Kurt İsmail Paşanın önünde atını durdurup, gerek yarasının verdiği acıyla, gerekse birinci hatta gördüğü perişan durumun üzüntüsüyle şaşkın ve telâşlı: (Hamiyetsiz asker! Alçak asker! Allah belâlarım versin. Nâmusuzlar, utanmazlar!...) diye bar bar bağırmaya başladı.
Bu küfürle karışık feryâdı fiğânın toplanan asker üzerinde kötü tesir edeceğini düşünen K.İsmâil Paşa: (Sus be adam!..Ne bağırıyorsun.Gelin, Paşayı alın! Çadırına götürüp yatırın. Hekim, cerrah çağırın; baksınlar, rahat ettirsinler.) diyerek nahoş hadiseyi yerinde önledi. Paşa gitti. Savaş da şiddetlendikçe şiddetlendi.
Düşman piyâdesi (Hurrâ!) deyip hücuma kalktı. Bizim birinci hat dumanlar içerisinde..Tüfek sesleri aralıksız devam ettiği için bir uğultu hâlini aldı. Top sesleri de öyle. Ayrı ayrı değil, devam eden bir gürültü şeklinde işitiliyor artık.
Birinci hattan bâzı subay ve süvâri çavuşları geldi. Savaşın değişen durumunu anlatıyor, bâzı birliklerin pek sıkışık bir durumda olduklarını, dolayısıyla onlara hemen yardım edilmesini istiyorlar. Râşid Paşa da gönderiyor ama, bir tabur istenilen yere iki bölük. Gelen subay ve çavuşları dinleyip taleplerini elden geldiğince karşılayarak yerlerine yolluyor.
Günün sıcağından mıdır, yoksa savaşın verdiği korku ve heyecandan mıdır nedir, insanın dudakları kuruyor Suya doyum yok! Sakalarımız durmadan su taşıdıkları halde kuruyan dudaklar ıslanmıyor bile!
O sırada ben de telaşla ellerimi oğuşturarak sağa sola gezinip duruyor ve Cenabı Hakkın önünde diz çöküp titreyen ellerimle gözlerimde yaş yüreğim dolusu zaferler diliyorum.

ikinci hattaki askerlerimiz tam siper, önlerinde cereyan eden savaşı nefes gırtlakta, el tetikte seyrediyorlar. Bir aralık onların yanına doğru gideyim dedim.
Yolda kulağıma ağustosböceğinin sesine benzer fakat onun gibi biteviye değil, bir takım sesler geliyordu. Bâzan da keskin bir vızıltı hâlinde pek yakınımdan geçiyordu Allah bilir ya, ben bunları çekirge zannederek korunmağa dahi çalışıyordum.Çünkü böyle sıcak yaz günlerin de bilirsiniz çekirgeler de aynı sadayı çıkararak etrafa sıçrar dururlar. O arada kılıcına dayanmış duran bir mülâzım beni görerek: "Buralarda çok gezinmeyiniz. Zirâ olduğunuz mevkii kurşun tutuyor. Bir noktada ya durunuz ya Oturunuz'" dedi. Ben de: "Hani ya, kurşun nerededir, diye sorunca, "işte! Bu sesler nedir?" cevâbını vermez mi'!. Aklım başıma geldi.Oysa daha önceleri savaş lafı edilirken belki bin kişiden kurşun sesinin nasıl olduğunu defalarca işitmiştim. işte o nazariyâtın tatbıkâtı bu imiş. Hemen olduğum yere oturdum. Bulunduğum yer bir sırt üstü idi. Birkaç dakika sonra kalktım,daha emin olan sırtın arka tarafına geçtim.Başımı da ufuk çizgisinden aşağı tutarak ismail Paşanın olduğu yere doğru yürüdüm . Kendisi bir iskemlenin üzerinde oturmuş (Delâili Hayrat) okuyordu.Oracıkta oturmuş Rabbimin yardımına intizarla beklerken bir de ne?..
Yanımızda yönümüzde bulunan çavuş, uşak, seyis ve erlerden bâzıları, isâbet eden kurşunlarla sapır sapır dökülmezler mi? Bir de arkamızdan haber aldık ki ,bizden daha beş yüz metre gerilerde bulunan çadırlarımızı kurşun vurup hallaç pamuğu gibi atmış ve hatta Ismâil Paşanın aşçısı mutfak çadırının içerisinde vurulmuş da intikâlü dârü bekâ eylemiş bile! Artık ne saklanacak bir yer, ne de saklanmanın bir yararı kalmıştı. Hem kazâ ve kadere boyun eğerek, hem de arkadaşların nazarında küçük düşmemek için fazlaca telaş göstermeden ben de çekilip îsmâil Paşanın sandalyasının arkasında bir yere bağdaş kurup oturdum, ve bir hayal âlemine daldım gitti.
Ön tarafımızda Hacı Râşid Paşa uğraşıyor şuraya buraya emirler yağdırıp adamlar koşturuyor, asker gönderiyor. Bir başka tarafa cephâne yolluyor. Hem de aralık aralık kahkahalarla gülüyor!... Benimse heyecandan kanım kurumuş. Onun bu gülüşleri fenâ halde sinirlerime dokunuyor. Yeri mi şimdi kahkahanın a efendim! Malûm ya, her şey yerinde gerek.
O sırada düşman sağ kanadımızın bulunduğu tepe ile cephemiz olan birinci hattın arasındaki açıklıktan zorlamağa başladı. Birinci hatta kumanda eden Şevket Paşanın istemesi üzerine, o açıklığı kapatmak üzere ikinci hattan Halep ihtiyat taburu gönderildi. Bîçâre asker savaş hattına varır varmaz daha ayakta iken düşmanın bir yaylım ateşi ile sapır sapır dökülmeğe başladı. Yeterince eğitilmemiş olduklarından bir süre ateşe hedef olup kaldılar. Subayların zoruyla yatırılabildilerse de, bu defa da başlarının üstünde patlayan top mermilerinin hışmına uğradılar. Fakat,Allah için, yılmadılar.Rabbim cümlesine rahmet eylesin.Düşman her şeye rağmen bu kahramanları bulundukları yerden sökemedi. Bu defa soldan çevirme hareketine girişti. Hiç şüphesiz bu hareket birinci hatta bulunan Şevket Paşayı da tehdit ediyordu. Durumu anlayan Şevket Paşa, Binbaşı Hacı Süleyman Ağanın taburundan Karacehennemzâde Kolağası Arif Bey kumandasında oraya derhal dört bölük gönderdi, ye Haleplerin solunu korudu.Savaşın bozulan ahengi de böylece düzeldi.
 CEPHE VE SAĞ KANADIMIZ ATEŞLER İÇERİSİNDE
Düşmanın cephemize ardı ardına yaptığı taarruzlar sökmedi.Bozuldu bozuldu, döndü.Fakat yine derlenip yine yükleniyor. Vakit ikindi oldu, herif hala hücumdan vazgeçmedi; var kuvvetini kurşuna, gülleye, hücuma yeriyor. Bizimkiler de ölüm saçıyorlar buğün, ölüm!
Akşama bir saat var.Düşman savaş hattımızın soluna doğru uzanmağa başladı. Bizim korktuğumuz en zayıf yerimiz burası. Derde bak kı yedekte bir tabur askerimizden başka hiçbir kuvvetimiz de kalmadı. Tabur tabur, bölük bölük gerektikçe cümlesini savaşa sürmüştük.
Düşmanın solumuza doğru kayarak taarruz ettiğini gören ve dehşeti ânında kavrayan süvari Yüzbaşısı Hacı Abdullah Ağa, hâlin icâbına göre davranarak kimseden emir beklemeden solumuzdan düşmana hucuma kalktı Allah'ın yardımı bu kahramana yetişip, düşmanın yüzünü ardına çevirdi. Kaçan Moskof mı gerisinden Türk süvarilerinin kurşunları yetişti ve yıktı.
Harp tekniğinden anlayanlar, piyâde üzerine böyle bir hücuma cevaz vermezlerse de, atalarımızın: (Aş taşınca keçenin pahası olmaz.) sözünü bilenler (Zor durumlar, sakıncayı kaldırır.) hikmetini de kabul ederler.

 BİRİNCİ HATTI TEBRİKE GİDİYORUMYatsı namazından sonra, Kurt İsmâil Paşa, birinci hatta döğüşen yiğitlerimize ve Şevket Paşaya kendisi ve devlet adma tebriklerinin ulaştırılması için beni görevlendirildi. Geceleyin yanıma iki süvari de alıp, birinci hatta bizim bataryanın bulunduğu tepeye arka sırtlardan çıktım. Şevket Paşa arkasını sipere vermiş bir parça ekmekle kavurma yiyordu. Önündeki alana şehidlerimizi yan yana harman gibi sermişlerdi. Kiminin kolu, kiminin ayağı, kiminin de başı yerinde yoktu. Kimisi tortop olmuş, kimisi kollarını vatanı kucaklar gibi açmış, kimisinin bacağı büzülmüş, bazıları sırt üstü devrilmiş, çam dalı gibi yiğitler.. donup kalmışlardı.
Şevket Paşa ile öpüşüp görüştük. Siperlerinde boylu boyunca uzanıp yatmış olan askerler, benim geldiğimi görünce, (Bakalım bu yeni gelen adamda ne haber var?!) diye hep birden ayağa kalkıp başımıza toplandılar.
Gördüğüm manzaranın dehşeti, içinde bulunulan durumun önemi, askerin yiğitliği ve gayreti ile damarlarım ateş almış cayır cayır yanıyordu Kalktım ve yüksek bir sesle: (Pâdişâhımız efendimizden, beni size yollayan kumandan Kurt İsmâil Paşadan, butun müslümanlarla birlikte şehidlerimizin uçuşan ruhlarından sizlere selâmlar getirdim. Gâzânızı ve gösterdiğiniz kahramanlığı tebrik ediyorlar.) diye sözlerime devam ederken sol tarafımda, şehîd olmuş bir topçu çavuşunun yerde yatan mübârek nâşım gördüm, derhal eğilip ayağını öptüm ve: (Bu çavuşun Allah a ne kadar yakın, ne kadar sevgili olduğunu bilir miyiz? Hepimiz, şimdi bu şehidin şefâatına muhtacız.)
(Müslüman bir milletin şeref ve namusu sizlere emânet edilmiştir. Bu mukaddes ve ulvi gâye uğruna can verenlerin Allah katında ulaştığı dereceyı anlatmak, bizim gibi âcizlerin işi ve haddi degildir! Çünkü Allah Kur'an-ı Kerîm'inde bizzat Kendisi: -(Şehidlere öldüler demeyiniz! Onlar, benim yanımda ve nimetlerimde dipdiridirler.) diyor. Onları öven Allah'ın Kendisidir. Onlar enbiyâ ile eştir Ayaklarının tozu ise, kör gözlere nûr ve tutyâdır.) dedim. Dinleyen askerlerden bâzdarı : (înşaallah sabah bizler de bu sâdete nâil olacağız!) temennisiyle haykırdıkların duydum. Tam bu sırada askerlerin içerisinde bir gürültü ve karışıklık oldu ki, anlatamam. Derken erlerden birisi yere düştü. Meğer, henüz ara ara patlamakta olan düşman kurşunlarından birisi isabet etmiş. Yokladığımızda şehîd olarak göçüp gitmiş olduğunu gördük.
O gece yaralılarımız sekiz saat gerideki Köprüköyüne taşındı. Şehîdlerimizin gömülmesi ertesi güne kaldı. Askerlerimiz yorgun, ve yarında ne olacağı belirsiz olduğundan uyumaları lâzımdı. Seherde,düşman tekrar hücum eder diye bekledik amâ, çıt çıkmadı.
Ortalık ağarınca, düşmanın bütün kuvvetlerini, ateş  tesir alanımızın dışında bir yere toplamış olduğunu gördük. Birinci hattaki askerlerden bâzıları, (Harp meydanında pılıçkadan ne var?) diye tek tük firar ederek gittikleri gibi, başı bozuk süvarilerden bâzıları, köylü, aşçı, uşak benzeri kimseler de gitmişlerdi. Kucak kucak Moskof tüfeği ile döndüler. Bu tüfeklerden her birine, birer yiğirmilik kâime fiat konularak satın alındı, ki sayısını şimdi tam olarak hatırlayamıyorum.
Şimdi düşman ne halde? Kendisini tanzim ile yeni bir hücûma mı hazırlanıyor; yoksa, olduğu yerde kalacak mı? Veya, canı cehenneme, defolup gidecek mi?
Yapmış olduğumuz keşif ve araştırmalar sonunda, düşmanın dünkü savaşlarda perişan olup bozulduğunu, geriye çekilmek için hazırlandığını, yaralılarını cephe gerisine nakletmekle meşgul olduğunu öğrendik.
Allah'a şükürler olsun kazanmıştık. Zâfer ve meydan bizimdi.   
***
Hacı Fehmi Efendi, Kırım muhârebesi patlar patlamaz, yani bundan yirmi küsûr sene önce de etrafına topladığı gönüllülerle Kars muhârebelerine katılmıştı. Para, menfaat, aylık..Hacı Fehmi efendi için millî ve mukaddes savaşta züldü. (Bir müslüman Türk, vatanını, anasının ırzı gibi korıır. Bu dinimizin emridir ve ibâdet gibi yerine getirilir. Uğruna can konulur. Ümidimiz: Devletimizin izzet ve istiklâli ve Allah'ın bizlerden hoşnutluğudur, ) derdi, ve yalnızca atlarının yemini anbardan alırdı.
Konumuza dönelim: Hoca efendinin takip ve gönderdiği haberler üzerine, o gün ikindiden sonra ordumuz hareket etti. Akşam ezânı ile beraber düşmanın terkettiği yere geldik ve geceyi orada geçirdik.Gönüllü Süvârilerimiz, düşmanın Kars'a doğru gitmekte olan bir postacısını yakalayarak çantasını getirdiler. Çanta o gece kumandanlık merkezinde açıldı. İçerisinde, düşman er ve subaylarının âilelerine yazmış oldukları mektuplar bulundu.
Ruslar bu mektuplarında iki şeyden çok şikâyet ediyorlardı.Birincisi: Hıristiyanlarca uğursuz bir sayı olan 13 rakamının şeâmetine uğramış olmalarından, yâni Haziranın on üçüncü günü harbe sürülmelerinden; ikincisi;Türklerin cehennemi ateşleri karşısında kumandanlarının durumlarını hiç kâle almayarak kendilerim insafsızca harcamış olduklarından; Kumandanları, dinsiz ve imansız olmasa, hiç asker öyle meş'um bir günde harbe sürülürmüymüş!
(Bize ne oldu ise, o meşum 13'den oldu! Sağ kalanlarımız Hazreti Meryem'in ruhu ile yetişip koruduğu kimselerdir. Allah bir daha benzerini göstermesin...) diye her hiri bir gûnâ dertyanıp şikâyetler ediyordu.
Ne garip bir tesâdüftür ki, düşman Nisanın on üçüncü günü hudutlarımıza saldırdı.
İleride anlatacağımız ...... Devamını kitabın aşağıdaki orjinal sayfasından büyüterek okuyabilirsiniz..



Başımıza Gelenler sayfa 202 sayfa 203

Yorum Gönder Blogger

DİKKAT!
İfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
:) (: :)) :(( =)) =D> :D :P :-O :-? :-SS :-t [-( @-) b-(

 
Tavizsiz © 2013. All Rights Reserved. Shared by WpCoderX
Top