Felsefe Yazıları  İlk Filozoflar
SOKRATES ÖNCESİ FİLOZOFLAR / İLK FİLOZOFLAR
Filozof Nedir?, Filizof Anlamı, Filozof Tanımı, Filozof Hakkında
”Gerçek filozof tüm bilimlere eşit istek ile yaklaşan, hepsini birden ele almayı isteyen ve doyurulmaz bir öğrenme arzusuna sahip olan kişidir.
Filozof sözcüğü philos (sevgi) ve sofia (bilgelik) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Yani bilgeliği seven kişi anlamındadır. Kullanım açısından ise anlamı felsefe ile uğraşan, felsefe yapan kişidir. İlk Çağ Felsefesi tarihine bakılacak olursa, öne çıkan filozof tipi, hayatın en yüksek gayesini bilgide bulan, bilmek için yaşayan ve edindiği bilgileri davranışlarının temeli yapmaya çalışan bir kişiliktir. Eski kültürlerde bulunan şamanlık, kâhinlik gibi tanrı ile kul arasında aracılık yaptığına inanılan kişilikler Thales (650–548), Empodekles( 495–435) gibi filozofların temsil ettiği felsefi sistemde yerini araştırma ve düşünceye bırakır. İlk Çağ felsefesi tarihinde zuhur etmiş birçok filozof çoğu kez peygamber, ermiş ve kutsal kişiliklerle de özdeşleştirilebilmiştir. Bu kişiler, aynı zamanda fizikçi ve bilim adamı hüviyetini de taşımışlardır. Bu filozoflar, öğretmek ve öğrenmek gayesiyle bir araya gelmiş bilimsel çalışmaya kendisini adamış filozof örneğini sergilemişlerdir. Bu döneme ait filozoflar, siyaset alanında da öne çıkan bir porte sunmuşlardır. Yine bu dönemde, başlangıç filozoflarından farklı olarak, Anaxagoras, ( 500–428) ,Demokritos ,(460–360)ve sonrada Aristoteles (384–322) ’ te görüldüğü üzere dış çevreden çok bakışını kendi düşünce dünyasına çevirmiş olan bir bilgin, araştırmacı filozof örneklerine rastlamaktayız. Daha sonra hayata daha çok yönelmiş, pratik filozof, erdemli bir yaşama sanatçısı, eğitici bir filozof modeli gelişmiştir. Sokrates böylesi bir filozof tipinin en önemli temsilcisi sayılmıştır. Nihayet, Batı’nın bilimi ile, Doğu’nun dini kültlerinin karşılaştığı Yunan felsefesinin son döneminde daha çok din coşkusu ile dolu olan ve kurtuluşu öğütleyen bir filozof tipi ortaya çıkar. İlk dönemi itibariyle filozof, doğa filozofudur. Daha sonra, ilgi insana yöneldiğinde, Tanrı, insan ve doğayı ilgi sahası edinen filozof ortaya çıkmaktadır.

Kısaca filozof: felsefeyle uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kimse, felsefeci, feylesof. Felsefe yapmaya meraklı olan (kimse). Sakin, kendi halinde yaşayan, olayları kendine özgü yorumlayan.
FELSEFE NEDIR?

Bilgelik sevgisi, hakikat sevgisi anlamına gelen “philosophie” Yunanca bîr kelimedir. Philosophie kelimesinin ilk kez ortaya çıktığı zaman diliminde iki düşünür tipi vardı: Bunlardan bir bölümü “philosophos” bilgeliği arıyor ve hakikati elde etmeye çalışıyordu; ötekiler “sophos” ise, bilgeliğe ve hakikate sahip olduklarına inanıyorlardı. O halde philosophie kelimesi insanın hakikate ulaşmak için çaba göstermesi gerektiğini ifade eder. Bu özel anlamını bir yana bırakırsak, felsefe genelde bilim anlamına gelir. Yalnız bu görüşü belli bir biçimde sınırlamak gerekir.


Her bilimin meydana gelmesinde belli başlı iki sebep etkili olur: Birinci sebep, bir şeyi bilmeye çalışmamız, yani evrenin yapısının nasıl olduğunu bilmek için gösterdiğimiz çabadır. Amacı yalnızca bilmek olan bu teorik birinci sebepten başka bir de pratik bir motif olan ikinci bir sebep vardır. Biz yalnızca evreni bilmek istemek ile yetinmeyiz, ayrıca bir de ona hâkim olmak isteriz.


Eski Yunanlılar felsefe kelimesinin karşıtı olarak “teknik” kelimesini kullanıyorlardı. Felsefe, evreni kavramaya çalışan teorik araştırmalarımızın bir bütünüdür. Teknik ile tüm zenaat ve geleneklerdeki (hürfetlerdeki) pratik yetenekler ve metotlar anlaşılır. Felsefe evreni kavramak çabası, teknik ise eşyaya pratik amaçlarımıza yarayacak bir biçim vermek çabasıdır.


Günümüzde felsefe daha özel ve de daha sınırlı bir anlam kazanmıştır. Bugün bir yandan felsefe ile felsefe disiplinlerini, öte yandan da bağımsız bilimlerin her birini tek tek diğerinden ayırıyoruz. Felsefe denilince, evreni bir bütün olarak anlama çabasını kastedeceğiz. Evreni bir bütün olarak anlama çabasından, daha ilkçağda var olan bir felsefe disiplini, “Metafizik” doğmuştur.


Metafiziği ilk kez kuran Aristo’dur. Aristo metafiziği kurmuş olduğu halde, o, bu kelimeyi kullanmamıştır. Aristo, bu felsefe disiplininin kendisine konu olarak aldığı alana “İlk Felsefe” adını vermiştir. İlk felsefe tüm varlıkların özünü, son nedenlerini araştırır ve özellikle de evrenin yapısını ve özünü bilmek ister.
Evrenin özünü bir bütün olarak kavramak isteği, tarihin başlangıcından beri vardır. Bugün, metafiziğe ya da Aristo’nun ilk felsefesine karşılık, evrenin çeşitli alanlarını kendilerine konu alan bağımsız bilimler vardır. Evrenin özü ve aslı probleminde, metafizik, zaman bakımından bağımsız bilimlerden daha öncedir.


Özetle: Önce felsefe vardır, bağımsız bilimler sonradan felsefeden ayrılarak ayrı birer bilim dalı haline gelmiştirler.
Yunanca seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum’ anlamına gelen phileo ve ‘bilgi, bilgelik’ anlamına gelen sophia sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin.


Buna göre, felsefe Yunanlılar için, ‘bilgelik sevgisi’ ya da ‘hikmet arayışı’ anlamına gelmiştir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden bilimsel araştırmacıya filozof adı verilmiştir.


Başlangıçtaki söz konusu anlamına rağmen, felsefenin bir tanımını vermek oldukça zordur. Bunun en önemli nedeni, hemen bütün felsefe tanımlarının tartışmalı olmasıdır. Bu ise büyük ölçüde felsefe denen faaliyet ya da disiplini anlamının, veya felsefe anlayışlarının tarihin akışı içinde çağdan çağa, hatta filozoftan filozofa kökten bir biçimde değişmesidir. Örneğin, Platon ve



Platoncular için felsefe, empirik gerçekliği değil de, idealar alemini, soyut kendilikler dünyasını betimleyen ve bütün doğruları nihai ilkelerden çıkarsamak suretiyle temellendiren a priori bir disiplindir. Oysa Aristoteles’te felsefe, gerçekliğin daha genel yönlerini betimlediği için, bilimlerin bir devamı olmak durumundadır. Felsefe bilimlerin ya kraliçesi, ya da onların önündeki engelleri ortadan kaldırdığı için, ağır işçisidir.


Ortaçağda dini inançları temellendirmek için, teolojinin hizmetkarı olma görevini üstlenen, başta ilahi gerçeklik ve onun dünya ile olan ilişkisi olmak üzere, yine gerçekliği betimleyen felsefe, empiristlerin, ama özellikle de J. S. Mill ve W. O. Quine gibi radikal empiristlerin gözünde de, diğer bütün disiplinler gibi, gerçekliği betimleyen bir etkinlik olmak durumundadır.

Felsefenin anlamı ve göreviyle ilgili bu mutabakatı bozan filozof, ünlü Kopernik devrimiyle Kant olmuştur. Zira ona göre, felsefenin nesnelerden ziyade, nesneleri bilme tarzımızla meşgul olması gerekir. Başka bir deyişle, Kant, bilimin gerçekliği betimlediği yerde, felsefenin şu ya da bu türden nesnelerle, Platon ‘un varoluşunu öne sürdüğü cinsten kendiliklerle uğraşmadığını savunmuştur. Felsefe, bunun yerine dış dünyadaki nesneleri deneyimleyebilmemizin veya bilebilmemizin zorunlu önkoşullarını araştırır.Bir de bunları bir şekilde tamamlayan, bilimin kendine özgü bir teknolojik, kültürel mana kazandığı 19. yüzyılın felsefe konsepsiyonlarından, bilime, bilimlere dayanan bilimsel felsefeyle dünyayı ve insanın dünyadaki yerine ilişkin genel bir görüş, bir dünya görüşü olarak felsefe anlayışından söz edildiğinde, herhalde felsefenin özü itibariyle rasyonel bir eleştirel düşünce, dünyanın genel doğasıyla (metafizik ya da varlık teorisi), dünya ile ilgili inançların mahiyeti ve haklılandırılması (epistemoloji) ve dünyamızdaki eylem tarzımız üzerine sorgulayıcı ve de refleksif bir düşünce etkinliği olduğu söylenebilir.


Buna göre, felsefenin konusu ‘nihai ve en yüksek şeyler’, genel olarak varlık, bir bütün olarak evrenin kendisini ya da insanın eylemlerini, yaşamını ve yazgısını en temelli bir biçimde etkileyen şeylerdir. Varlığı bir yönüyle ya da belli bir bakımdan ele alan bilimlerden farklı olarak, felsefe, varlığı bir bütün olarak ele aldığı, varlığı varlık olmak bakımından incelediği, olanı betimleyen bilimlerden farklı olarak olması gerekene yöneldiği için, konularına uygun düşen yöntem ya da yöntemleri kullanır.


Buna göre, felsefenin konuları arasında yer alan şeyler, duyuların ya da duyusal kavrayışın çok ötesinde kaldığı için, felsefe duyuları kullanmaktan özenle kaçınır. Felsefe saf düşünceye, refleksiyona dayanır ve a priori bir araştırmadır. Buna göre, felsefe bir kavram analizinden oluşur ya da kavramsal analiz temeli üzerinde yükselir. Öte yandan, felsefe ulaştığı sonuçları kanıtlamak için, belirli ve kesin birtakım işlem ya da yöntemler kullanmaz.
Felsefe bilimle kıyaslandığında, bilimin dünyada yer alan şeyleri betimlerken, felsefenin onları sınıfladığını söylemek gerekir. Bilim bilgi verirken, felsefe bilginin ne olduğunu, neyi ve nasıl bilebileceğimizi araştırır. Öyleyse, felsefe varolan şeylerle ilgili olarak akla dayalı bir açıklama sağlar; bilimlerin ayrı ayrı ele aldığı olgu sınıflarının tümünü birden açıklayacak en genel ilkelere ulaşmaya çalışır. Bu anlamda felsefe, varlığın ilk ilkelerinin bilimidir. Özel bilimlerden kazanılan tüm bilgilerin eleştirisini ve sistematizasyonunu gerçekleştiren en genel bilim, bilimlerin bilimidir. Ve nihayet, felsefe insanın yaş değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir.


Felsefe bir faaliyet, bir düşünce faaliyetidir. İnsanın soru sorabilme yeteneğine dayanır ve bu bağlamda, o belirli türden sorular hakkında belirli bir türden düşünme faaliyetidir. Felsefeyi tüm diğer disiplinlerden ayıran en önemli özelliği, felsefenin bu türden sorular üzerinde düşünürken, mantıksal argüman ya da akıl yürütmeye dayanmasıdır. Buna göre, filozoflar, bu mantıksal akıl yürütmeleri ya kendileri yaratırlar ya da başkalarının akıl yürütmelerini eleştirirler. Filozoflar, aynı zamanda bu akıl yürütmelerin temelinde bulunan kavramları analiz eder ve açıklığa kavuştururlar.


Filozoflar, insan yaşamını ilgilendiren her şey hakkında akıl yürütebilir, her şeyi felsefi bir problem konusu yapabilirler. Filozoflar, örneğin bizim apaçık ve doğru olduklarına inandığımız inançlarımızı sorguya çekerler. Yaşamın anlamını meydana getirdiğini söylediğimiz temel sorular üzerinde dururlar. Dinle,

Tanrı’nın varoluşuyla, doğru ve yanlışla, dış dünyanın varoluşuyla, bilginin kaynağı ve sınırlarıyla, bilimle, sanatla ve daha birçok konuyla ilgili sorular üzerinde akıl yürütüp, bu sorulara genel geçer ve nesnel yanıtlar getirmeye çalışırlar.


Kısaca  Felsefe: Felsefe varlık ve düşünmeyi oluşturan ilkeler, gerçeklik ve nedenselliğin araştırılmasıdır. Çoğunlukla büyük filozofların çalışmalarının toplamına denilir. Filozoflar tarafından ortaya atılmış çeşitli soruların cevaplarının aranması anlamına gelir. Bir diğer tanımı bir tür kritik, yaratıcı düşünmedir. Bu anlamların herhangi biri ayrı olarak düşünülemez.

Felsefe varlık ve düşünmeyi oluşturan ilkeler, gerçeklik ve nedenselliğin araştırılmasıdır. Çoğunlukla büyük filozofların çalışmalarının toplamına denilir. Filozoflar tarafından ortaya atılmış çeşitli soruların cevaplarının aranması anlamına gelir. Bir diğer tanımı bir tür kritik, yaratıcı düşünmedir. Bu anlamların herhangi biri ayrı olarak düşünülemez.
İlk Filozoflar
Felsefe'nin doğuşunu, "Doğa filozofları" olarak isimlendirilen düşünürlere bağlamak, genel kabul görmüş bir prensiptir.
Ben de, felsefe tarihinin bu başlangıç noktası üzerinde kısaca durmak istiyorum:
Doğa filozofları, güney batı Anadolu kıyılarında, İonia'da, kadim Yunanistan'da ya da güney İtalya'da, İ.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda yaşamış Yunan düşünürleridir. Gerçeği, tabiat üstü güçler yerine, doğal olguların yardımı ile izâha çalışan ilk beyinler olarak, batı felsefesinin kurucuları sayılırlar.
Sistematik bir düşünce ekolüne sahip olmayan bu düşünürlerin, “Sokrates öncesi filozoflar” şeklinde isimlendirilmesi, İ.Ö. 5. yüzyılın sonlarında öğretisini geliştirmiş ve hakkında ayrıntılı sayılabilecek bilgilere sahibi olduğumuz ilk önemli filozof Sokrates'ten önce yaşamış olmalarındandır. Doğa filozofları hakkında bildiklerimiz, Platon, Aristoteles ve sonraları bu konuya eğilmiş bir kaç yazardan yapılmış alıntılarla sınırlıdır.
Bu dönem öncesi, Orta Doğu medeniyetlerinde, Hint uygarlığında ya da Kadim Yunan kültüründe karşılaştığımız düşünsel yapıtlar, hemen tamamı itibariyle dinî ve özellikle mitolojik unsurlar içermekte, her olayın kökenindeki gerçekler ve doğal hâdiselerin sebepleri, tanrıların işlevleri ile izah edilmektedir.
Aristoteles'in anlattığına göre, "Doğa filozofları" felsefî düşünceye ilk adımı, bir ilk neden (ilk temel töz, ilk temel madde, temel ilke, yunanca arkhe) aramak maksadiyle atmışlardır.
Onları bu düşünceye iten söylem, "Hiçten, hiç bir şey çıkmaz” (Ex nihilo, nihil fit) prensibidir. Kendisi meydana gelmemiş, yok olmayacak bir varlığın mevcudiyetini kabul etmek, sistematik düşünce açısından bir zorunluluk olarak belirmiş ve ilk düşünürlerin tüm beyinsel çabalarını odakladıkları ana merkez hâline dönüşmüştür.


Miletos Üçlüsü :
İlk filozoflar, İonia'nın Ege denizine açılan, yakın doğu'nun eski, köklü ve uygar ülkeleri ile yapılan ticaretin merkezi, hareketli bir liman kentinden, Miletos'dan çıkmıştır. Miletos'luların kadim Mısır ve Bâbil öğretilerine nüfûz edebilme imkânları yanında, şehirdeki fikir hürriyeti, felsefenin bu kentte doğmuş olmasını kolayca izâh edebilmektedir.
Miletos Okulu olarak da isimlendirilen, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, varoluşun sistematiği ile değişim üzerinde düşünerek, çeşitli, ama benzer teoriler geliştirmişlerdir. Miletos Okulu, başardığı işlerle olmasa bile, giriştikleri açısından ve özellikle daha sonraki felsefî çalışmalara ışık tutan, yerinde sualleri ile büyük önem kazanmıştır.
Prensip itibariyle, Doğa'da mevcut her şeyin bir tek öz maddeden oluştuğu görüşündedirler. Bu inanca dayanarak, önce "doğa"nın (Physis) varlık bulduğunu öne sürmüşlerdir.
Thales :
Yalnız bir filozof değil, aynı zamanda çok önemli bir bilim adamı olan Thales'in yaşadığı  dönemi, (# İ.Ö. 625 - 545) İ.Ö. 585 yılında olduğu bilinen bir güneş tutulmasını, önceden haber verdiği bilgisinden hareketle tahmin edebiliyoruz. Yunan mitolojisinin etkilerini üzerinden atamamış bir düşünür olmasına rağmen, felsefenin babası olarak nitelendirilmesi, doğa görüşünü ilk defa deneylere ve bunları da düşünsel prensiplere bağlama başarısı yüzündendir.
Thales felsefesinde önem taşıyan husus, “neyin var olduğu”, “neyin gerçek olduğu” ya da “neyin gerçekten var olduğu” sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. Doğada var olan şeylerin tahdidî bir listesini yapmaya değil, nenlerin varlığa dönüşmeleri ve sonra da yok olup gitmeleri olgusunu irdelemeye çabalamıştır. Onun gözünde, “Neyin var olduğu” sorusunu yanıtlamanın geçerli yolu, birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir biçimde ifâde edebilmektir. Gözle görünebilir ya da algılanabilir varlıkların ve bunların geçirdiği değişimlerin oluşturduğu kaotik düzenin gerisinde, akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştır. Thales bu gerçekliğin, “su” olduğunu öne sürmüştür. Bir başka deyişle Thales için temel töz, ya’ni "arkhe" sudur. Her şey sudan türemiştir ve yine suya dönecektir. Düz bir  tepsi gibi olan yeryüzü, su üstünde, sonsuz Okeanos'da yüzmektedir. Kendisinden sonra gelen düşünürlerce en çok üzerinde durulacak konulardan biri olan, "Bu temel tözden, nasıl ve niçin bir takım nenler meydana geldi ?" sorusu üzerinde, hemen hiç  durmamıştır.
Kadim felsefenin bir anlamda tarihini yazmış olan Aristoteles, Thales’i bu sonuca, herşeyin sıvı bir varlıktan beslendiği, sıcağın da sudan türeyip, suyla beslendiği, herşeyin tohumunun nemli bir yapıda olduğu gözleminin götürdüğünü söyler. Buharlaşma, suyun buhar ya da hava olabilmesini, donma ise suyun toprağa dönüşümünü akla getirmiştir. Onu arkhenin su olduğu sonucuna götüren nedenler ne olursa olsun, onu felsefe tarihinde önemli kılan unsur, verdiği yanıttan çok, sorduğu “Temel töz nedir?” sorusudur.

Anaksimandros :
Anaksimandros’da, (# İ.Ö. 610 - 540) bilimsel faaliyetle felsefi düşünce, iç içe geçmiş durumdadır. Dinden ya da mitolojiden ayrılarak kendisine yer açan felsefenin, onda biraz daha gelişmiş bir düzeye ulaştığını söyleyebiliriz. Anaksimandros’un Evren anlayışı, Thales’in çok daha ötesine geçer. Thales’in, tepsinin üzerinde yüzdüğünü iddia ettiği su kütlesini neyin taşıdığı sorusuyla, batıdan yok olan Güneşin, ertesi sabah nasıl olup da  doğudan doğduğu sorusuna tatmin edici bir yanıt getirmenin güçlüklerini görmüştür. Böylelikle Anaksimandros, Dünyanın bir tepsi değil de, genişliği yüksekliğinin üç katı olan bir silindir şeklinde olduğu düşüncesine ulaşmıştır. Bu görüşe göre Dünya, Evren’in tam merkezinde, boşlukta ve dayanaksız olarak durmaktadır. Evren küresinin her yerine eşit uzaklıkta bulunan Dünya’nın, şu ya da bu yöne gitmesi için hiçbir neden yoktur.
Arkhe ya da temel töz konusunda da, Thales’i aşar. Thales temel tözü su ile özdeşleştirmiş, ya'ni bilinen bir madde olarak görmüştü. Anaksimandros'a göre bu mümkün değildir. Bilinen bir nen kesinlikle sonludur. Karşıtı ile sınırlandırılmıştır. Ama Temel töz, sonsuz ve tükenmez olmalıdır. Su gibi nicel açıdan sınırlı bir maddeden, Evreni meydana getiren sonsuz varlık kütlesi doğamaz. Sonsuz sayıda Evren olduğunu öne süren Anaksimandros’a göre, sonsuz miktarda maddenin mevcudiyeti gereklidir. Bu yüzden ana maddeyi, "aperion" (sınırı olmayan madde) olarak isimlendirmektedir. Bilinen elementlerden herhangi biri temel töz olsa idi, diğerlerini kaçınılmaz olarak egemenliği altına alırdı. Hava soğuk, su nemli, ateş sıcaktır. Bunlardan biri sonsuz hacimde olursa, diğerlerini derhâl ortadan kaldırır. Bu yüzden  ana töz, kozmik (evrensel) çatışmada tarafsız olmalıdır. Başka bir deyişle, değişme, doğum ve ölüm, büyüme ve küçülme, bir öğenin sınırlarını diğerinin aleyhine olacak şekilde genişletmesinin bir sonucu olduğu için, suyun doğasına aykırı bir yapıda olan öğe ya da şeylerin, su içinde nasıl olup da eriyip gitmedikleri sorusuna doyurucu bir açıklama getirilemez. Sudan, yalnızca ıslak ve soğuk olan şeyler türeyebilir. Oysa, dünyada sıcak ve kuru olan şeyler de vardır. Suyun nitelik bakımından belirli olmasının yarattığı güçlükten kurtulsak bile, bu kez suyun nicelik bakımından sınırlı oluşunun yarattığı güçlük karşımıza çıkar. "O hâlde temel töz, (arkhe) belirsizdir.”
Anaksimandros, bu teze karşı ileri sürülebilecek, “O hâlde evrensel denge nasıl oluştu?” sualine, oldukça karmaşık bir evrimsel doğa teorisi ile cevap vermektedir. Sıcak ve soğuk kavramlarının “aperion"dan evvel oluştuğunu söylemesi, bu yetmezmiş gibi, doğal dengenin oluşumu ile ilgili olarak, "adâlet" kavramını da analizinin içine sokmuş olması, “Arkhe” târifi ile doğa teorisini, iyiden iyiye muğlâk bir hâle getirmiştir. Yaşamın denizlerde ve suda başladığını, insan da dahil olmak üzere, tüm canlıların önce denizlerde yaşamış olup, karaya daha sonra çıktıklarını söyler. Anaksimandros’a göre, insan türünün ataları da, önce balıkların vücudunda doğmuş ve ancak yaşamlarını kendi başlarına sürdürebilecek bir olgunluğa eriştikten sonra karaya çıkmışlardır. Hayatın oluşumu ile ilgili olarak geliştirdiği bu kuram ne kadar zayıf olursa olsun, yaratılışı bir evrim teorisi içersinde izâha çalışan ilk düşünür olma özelliği ile çok önemli bir filozof sayılmalıdır.

Anaksimenes :
Ustası Anaksimandros gibi, temel tözün sonsuz olması gereğini savunmuştur. Ancak ona göre arkhe'nin, bir de ruhu (psykhe) vardır. Ruh kavramını felsefeye ilk sokan düşünür olarak bilinen Anaksimenes'e (# İ.Ö. 570-526) göre temel töz, havadır. Ruh havadır. Onun felsefe alanındaki yeniliği ise, ilk kez olarak birlikten çokluğa geçiş süreci üzerinde, varolan herşeyin havadan nasıl varlığa geldiğini açıklamaya yoğunlaşmış olmasıdır. Birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklarken, dudaklarımızı birbirine yaklaştırıp avucumuza üflediğimiz zaman, ağzımızdan çıkan havanın soğuk, ağzımızı fazlaca açıp, avucumuza üflediğimiz zaman da, ağzımızdan çıkan havanın sıcak olması gözleminden yararlanarak, sıkışma ve seyrekleşme kavramlarına ulaşmıştır. Ateş süzülmüş / temizlenmiş havadır. Hava yoğunlaştığı anda, önce su olur. Arkasından yoğunlaşma arttıkça toprak ve nihayet taş oluşur. Anaksimenes’teki seyrekleşme ve sıkışma kavramları, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklamaya yaradıktan başka, her tür niteliği, niceliğe indirgeme girişimini temsil eder.
Anaksimenes, yukarda özetlenen görüşleri ile felsefeye, çok önemli iki soluk getirmiş bir düşünürdür;
1-  Felsefî düşünceye ilk defa girdiğini söylediğimiz "ruh kavramı", Anaksimenes'e göre insan vücuduna hayat veren, onu canlı ve ayakta, daha da önemlisi bir arada tutan, cansız bir yığın hâline dönüşüp dağılmasını önleyen nendir. Nasıl ki Evren’i kuşatan hava, onu ayakta tutuyorsa, aynı şekilde içimizdeki nefes, aldığımız soluk olarak ruh da, bize can verir. Buna göre, ruh insan varlığındaki hareket ve canlılık ilkesidir.
2-  Temel töz (arkhe) kavramından, diğer maddelerin nasıl oluştuğu sualine mantıklı yanıtlar getirmeye çalışmıştır. Hava yoğunlaşması ile gevşemesinin, diğer maddeleri ortaya çıkaran süreç olduğu görüşü, bu alandaki ilk nicel teori olarak bilinmektedir.

Xenophanes :
# İ.Ö. 569 - 477 arasında yaşadığı tahmin edilen Xenophanes, Kolophon'da (İzmir - Efes arasında, şimdiki Değirmendere) doğmuştur. İonia'lı olmasına rağmen, yaşamı İtalya'da geçmiş bir düşünürdür. Xenophanes, "Tanrı bilim" konusunda doğruya varmanın olanaksız olduğuna inanmış, tanrılar ve bütün maddeler konusunda kesin doğruları bilen olmadığını ve olamayacağını, her ileri sürülen görüşün, tahminden ibâret sayılması gerektiğini söylemiştir. Bu tezi, şüphecilik akımı ile "agnosticisme" in ilk adımları olarak kabul etmek, uygun bir görüştür.
Halk dininin tanrıları insan biçiminde tasarlamasına karşın Xenophanes, kendi tanrı tasarımını, tamamı ile arınmış bir varlık şeklinde betimler. Bir Tanrı vardır. Bu Tanrı, insanların ve tanrıların en ulusudur. Biçimi ve düşüncesi açısından ölümlülere benzemez. Tanrı, tümü itibariyle bir işitme ve düşünmedir. Her şeyi bu düşünme yetisi ile kolayca yönetir. Bu tanrı tasarımının, "Monotheisme"e doğru atılmış ilk düşünsel ürün olduğu, genel kabul görmüş bir anlayıştır.

Pythagoras :
Sokrates öncesi filozoflar içerisinde, çok önemli diğer bir isim, Miletos okulunun en güçlü rakiplerinden biri olarak bilinen Pythagoras’dır. Çok önemli bir bilim adamı olmasına karşın, ruhun ölümsüzlüğü ile insan yaşamını düzenleyen kurallar üzerinde yoğunlaşarak, felsefenin doğuşuna büyük katkıda bulunmuştur.

Herakleitos :
(# İ.Ö. 540 - 480)  Miletos geleneğine bağlı olmayan bir İonia'lıdır. (Ephessus) Ateşi  temel töz sayar. Ona göre her şey, ateşteki alev gibi, başka bir şeyin ölümünden doğmaktadır. Zıtlıkları (çelişkileri) görerek "her şey akar” (değişir - panta rei) tezini ortaya atmıştır.
Herakleitos'u, kendinden önceki düşünürlerden ayıran en önemli özellik burada yatmaktadır. Miletos okulu temel tözü, kalıcı, kendi kendisiyle özdeş, doğanın değişmeyen neni olarak betimlemişti. Düşünürümüz bu teze karşın, "her şey akar" prensibinden hareketle, "temel töz, ateş olmalıdır" sonucuna varmıştır. Mevcut maddelerden, başka maddeler çıkartabilen tek nen ateştir. Evren'de, kalıcı bir madde varmış gibi düşündüğümüzde, büyük bir yanılgı içersine düşeriz. "Aynı nehirde iki kez yıkanmak mümkün değildir." Akıp giden suları yüzünden o artık başka bir nehirdir.
Herakleitos'a göre her şey değişir. Ama bu değişim, bir kurallar manzumesi içerisinde gerçekleştiğinden, biz algıladıklarımızı kalıcı zannederiz. Kalıcı şeyler varmış sanısına kapılmamız, değişimin gelişi güzel değil, belli bir düzene, yasaya ve ölçüye göre olması yüzündendir. Düşünürümüz bu ölçüye ve yasaya, "logos" ismini vermektedir. Herakleitos'un târifinde Logos, Evren'e egemen olan yasa, düzen ve daha önemlisi "tanrısal akıl"dır.

Parmenides :
Parmenides (# İ.Ö. 540 - 480) yalnızca önemli bir filozof değil, ana yurdu Elea'da, saygın bir devlet adamı ve kanun koyucu olarak tanınmış bir kişiliktir.
Öğretisinde, Anaksimenes, Xenophanes ve Pythagoras'ın etkileri açıklıkla görünmesine rağmen, yepyeni düşünsel ürünlerin de sahibidir. Bunların içinde en önemlisi, salt kavramlar ile çalışma ve değerlendirme eğilimi olarak târif edilen "dialektike"yi, felsefî bir araç olarak ilk kez kullanan düşünür olmasıdır. Bu yüzden kadim yunanda mantığın ve dialektik'in öncüsü sayılmıştır.
Parmenides'den önceki düşünürler görüşlerini, "deneylerin düşünce yolu ile işlenmesine" dayandırmışlardı. Düşünürümüz ise felsefe tarihinde ilk kez, "varolanın niteliklerinin, salt düşünme yolu ile irdelenmesi" metodunu kullanmıştır.
Her şeyin değiştiğini savunan Herakleitos'a karşın Parmenides, "hiç bir şeyin değişmediği" tezini ileri sürmüştür. Duyumları aldatıcı saymış, algılanan şeylerin çoğunluğunu "illusion" şeklinde nitelendirerek, "değişmez teklik anlayışı"na varmıştır. Bir madde geçmişte var olduysa, bir zamanlar yoktu. Gelecekte var olacaksa, şimdi yoktur. Düşünülebilecek madde var olmalıdır. Olmayan şeyin, düşüncesi de olmaz. Düşünülmüş, ya da üzerinde konuşulmuş olan şey, her zaman var olan bir şey olmalıdır. Eğer dil bir saçmalık değilse, sözcükler bir anlam taşımalıdır. Üzerinde konuşulsun veya konuşulmasın, var olan şeyleri anlatmalıdır. (Bu görüş doğru olmasa bile, dil bilimi açısından dikkate değer bir mantık içermektedir.)
Parmenides'in Pythagoras'dan etkilendiği anlaşılıyor. Platon'a göre ise Parmenides, Sokrates'i etkilemiştir. Bize göre Platon'da etkilenmiş görünüyor. Zira bu düşüncelerde meşhur "idealar" kavramının ilk kıvılcımlarını, daha da ileri gidersek, modern bilimin (kimyanın Lavoisier prensibi gibi) ilk ışıklarını bile hayâl meyâl görebiliyoruz.

Empedokles :
Parmenides / Herakleitos zıtlığı, felsefeyi uzunca bir süre meşgul etmiştir.
Özetle Herakleitos;
1-  Her şey değişiyor. (Her şey akar)
2-  Bu yüzden duyumsal algılamalara güvenilebilir demekteyken;
Parmenides;
1-  Hiç bir şey değişmez.
2-  Bu yüzden duyumsal algılamalara güvenilemez tezini ileri sürmektedir.
Bu ikilemden (dilemma) felsefeyi kurtaran, Sicilyalı Empedokles (İ.Ö. 494 - 434) olmuştur. Empedokles'e göre Parmenides, Herakleitos zıtlığı, "özde tek bir madde" olduğu inancından kaynaklanmaktadır;
Düşünüre göre, her iki görüş de, kısmen doğru, kısmen yanlıştır.
1-  Her şey değişmez;
2-  Duyumsal algılamalara güvenmeliyiz, zira görüyoruz.

Sicilya adasının güney kıyılarında Akragas (ya da Agrigentum) şehrinin siyasî ortamında, çok sözü geçen bir ailedendir Empedokles. Filozof, bilim adamı ve şarlatan karışımı bir kişiliği vardır. Bilim adamı olarak, havanın ayrı bir töz olduğunu deneysel olarak kanıtlaması, nefes almanın mekaniği hakkındaki görüşleri, merkez kaç kuvvetinin kısmî izahı, ayın yansıyan ışıkla parıldadığı görüşü, bitkilerde cinsiyet olduğunu iddia etmesi, Dünya'nın küre biçiminde olduğunu ileri sürüşü, güneş tutulmasının mekaniği hakkındaki savları, ışığın bir yerden bir yere gitmesi için zaman geçmesi gerektiği konusundaki sözleri, önemli bir bilim adamı olduğunun kanıtlarıdır. Diğer bir enteresan yaklaşımı kan konusundadır. Empedokles'e göre kan, insan hayatının ana taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir. Temel ögeler kanda, en olgun biçimde bir araya gelmişlerdir. İnsanın tüm yetenekleri ise bu karışımın olgunluğuna bağlıdır.
Din üzerindeki görüşleri ise Pythagoras'çıdır. "Orpheic" öğretiden de etkilendiği anlaşılan filozofumuz, sonunda işi, Tanrı olduğunu iddia etmeye kadar götürmüş, bunu kanıtlamak için kendisini Etna dağı kraterine atarak, ölmüştür.
Kendinden önceki doğa filozofları, su, ateş ve havayı temel töz (arkhe) olarak ayrı ayrı belirlemişlerdi. Empedokles bunlara bir de toprağı ekleyerek, ilk defa bir arada kullanan düşünür olmuştur. Ona göre bu dört temel eleman, sevgi ve uyuşmazlık / iticilik gücü ile birleşip ayrılırlar. Bir başka deyişle sevgi ve uyuşmazlık da, maddeyi meydana getiren asal tözlerdendir. Filozofumuzun bilimsel yetenekleri dışında en orijinal tarafı, değişmeyi  açıklamak için sevgi ve uyuşmazlık ilkelerini kullanmış olmasıdır.
Dikkate değer bir diğer yönü, Platon'un ünlü mağara mytos'unu, ilk anlatan kişi oluşudur.

Anaksagoras :
İonia'lı Anaksagoras, (# İ.Ö. 500 - 428) Clazomenae'de (İzmir - Urla - Gül adası) doğmuş, ancak yaşamının, İ.Ö. 462 - 432 yılları arasındaki en verimli 30 yılını, Atina'da geçirmiştir.
Anaksagoras'ın önemi, felsefeyi Atinaya taşıyan ilk filozof oluşudur. Sokrates'i ortaya çıkaran düşünsel etkilerin yaratıcılarından biri olması ile de ünlenmiştir. Özellikle matematik alanında, ileri seviyede bir düşünürdür. Ay ve güneş tutulmalarını doğru olarak açıklamış olduğu da bilinmektedir.
Empedokles 4 temel töz düşünmüştü. Anaksagoras, ampirik algılamalarla kavranabilir dünyada nesnelerin, nitelik yönünden sayısız çeşitliliği, dört temel ögenin birleşmesiyle açıklanamaz diyordu. Her şeyin sonsuz ölçüde bölünebilir olduğunu, maddenin en küçük parçasının bile, her elementten bir parça içerdiğini savunmuştur. Madde, en çok içerdiği eleman ile izah edilmektedir. Söz gelimi, her maddede bir miktar ateş vardır. Eğer ateş ağır basarsa, biz bu elemente doğrudan doğruya ateş diyoruz.
Sonsuz nitelikteki nenlerin hareket nedenlerini araştırmış, bu hareketi doğuran ilkeyi belirlemeye çalışmıştır. Nasıl ki algılamalarımız bize Evren'i, düzen gereği bir bütün olarak gösteriyorsa, bu düzeni bir amaca (telos – ilâhî amaç) göre düzenleyen bir kuvvet de mevcut olmalıdır. Anaksagoras bu mantıktan hareketle, yaratılışı / oluşu (genesis) meydana getiren ilkeye, düşünme yetisine olan benzerliği yüzünden, "NOUS" adını vermiştir. "Nous" gayri maddî  bir kavram değildir. O da bir maddedir ama, pek özel, ince ve seçkin bir maddedir. Evren'deki oluşu meydana getiren hareketin başlangıcıdır "nous". İlk hareketi gerçekleştiren kuvvettir. Bu hareket, "nous"un istediği yönde gelişmiştir. "Nous" kavramını, "tanrısal akıl" olarak betimlediğimizde, bir çok disiplin ve özellikle Platon ve Aristoteles felsefesinde sıklıkla karşılaşacağımız bir kavrama atıfta bulunduğumuzu söylemekle yetinelim şimdilik.


Elea'lı Zenon :
Elea'lı Zenon, (# İ.Ö. 490 - 430) Parmenides'in öğrencisidir. Dialektik'i, (dialektike) düşüncenin düştüğü çelişmeler anlamında kullandığımızda, bu metodun bulucusudur.
Parmenides ve Zenon, çözülmesi gereken çelişmeleri ilk sezen düşünürlerdir. Ancak hareket noktası olarak seçtikleri, Parmenides'in "değişmez teklik" anlayışı yüzünden, çokluk ile devinimi varsaymanın, aklı başka çelişkilere sürükleyeceği inancı ile problemi çözümsüz bırakmayı yeğlemişlerdir. (Elea'lıların varlık kavramı tek yanlı lojik bir görüşten doğmuştur.  Salt düşünce ile varılmış bir kavramdır. Dolayısiyle doğadaki çeşitliliği ve değişimi açıklamaya elverişli değildir.)
Elea'lı Zenon'a göre çokluk, devinim ve değişim, hem saçma, hem de uyumsuz (absurde) kavramlardır. Bunu kanıtlamak maksadiyle ortaya attığı "antinoma"lar, asırlar boyu tartışılmış, çok enteresan ögeler taşır;
1-  Nesneler çokluk iseler, hem sonsuz küçük, hem de sonsuz büyük olmalıdırlar. Zira, var olanı, artık bölünemez olana kadar bölersek, bunlar büyüklüğü olmayan "hiçler" olurlar. Bunları bir araya getirsek bile, hiçlerin toplanmasından bir cesamet kazanılamaz. Yine de sonsuz küçük olurlar. Çokluğun uzayda bir yer kapladığını düşünürsek, çoğun bir araya gelmesi ile sonsuz bir büyüklük meydana gelir.
2-  Çokluk, sayıca hem sonlu, hem de sonsuzdur. Sayıca sonludur; zira ne kadar ise, o kadar olacaktır. Ama çokluk, aynı zamanda sayıca sonsuzdur. Çünki hiç durmaksızın birbirlerini sınırlarlar ve kendilerini böylelikle başka nesnelerden ayırırlar. Bu başka nesneler de, yanlarındaki başka nesnelerle sınırlıdırlar ve bu böyle sürüp gider.
3-   Devinim ile ilgili kanıtlardan (antinoma'lardan) en çok bilineni, Achilleus ile kaplumbağanın yarışıdır. Achilleus ne kadar hızlı koşarsa koşsun, kaplumbağaya yetişemez. Zira o süre içersinde kaplumbağa, çok çok küçük de olsa, bir yol almış olacak ve bu devinim sonsuza dek sürüp gidecektir.
4-  Bir koşu pistinin sonuna hiç bir zaman ulaşamazsın. Zira pistin önce yarısını, sonra kalanın yarısını, sonra yine kalanın yarısını koşman gerekir. Bu böyle sonsuza dek sürer, gider. Sonlu bir zaman içersinde, sonsuz uzay aralıkları geçilemez.
5-  Ok Paris'e asla erişemeyecek veya onu asla vuramayacaktır. Zira;
a)   Uçan ok, her anda belli bir noktada olmak zorundadır. Belli bir noktada bulunmak demek, durmak demektir. Ok, hareketinin her hangi bir anında duruyorsa, katetmesi gerekli yolun tamamı itibara alındığında da durmaktadır. Duran ok, Paris'i vuramaz.
b)   Ok Paris'e erişmek için bir çizgi üzerinde (bu bir parabol olsa bile) hareket edecektir. Çizgi, geometrik olarak sonsuz noktadan meydana gelir. Okun bu sonsuz noktayı, sonlu bir zamanda katetmesi olası değildir.
Zenon'un tüm bu "antinoma"larını, salt mantık süzgecine vurmazdan önce;
-    "var olanı bir çokluk ve hareket diye düşünürsek, çelişkiye düşeriz.
-    Öyle ise varlık, ancak bir, tek ve hareketsiz olabilir"
tezini savunmak için düzenlediğini unutmayalım.

Atomcular :
Bu öğretinin kurucuları; Leukippos ve öğrencisi Demokritos'dur. Leukippos Miletos'lu, Demokritos ise Teos'lu olmasına rağmen, her ikisine birden "Abdera düşünürleri" veya "Abdera'lılar" ismi verilir. Bu adla anılmalarının sebebi, batı Trakya'da, İskeçe yakınlarında bir kadim yunan şehri olan Abdera'da yaşamış ve çalışmış olmalarındandır.

Leukippos :
Atomculuğun gerçek kurucusu olarak bilinmesine rağmen, ileri sürmüş olduğu görüşler kesin çizgilerle belli değildir. İ.Ö. 430'lu yıllarda yaşadığı tahmin edilen Leukippos’un ileri sürdüğü tezler hakkında, Aristoteles’den başka kaynak yoktur. Kendisinden daha büyük bir üne sahip talebesi Demokritos’un, ona ait öğretilerin önemli bir bölümüne sahip çıktığı anlaşılmaktadır.
Parmenides’in boşluk kavramını reddi, Leukippos’un hareket noktası olmuştur. Felsefe tarihinde, boşluk kavramının varlığını bilinçli olarak ortaya atan ilk düşünürdür. Yokluk ile boşluk kavramlarının birbirine karıştırıldığını iddia ederek, boşluğun var olmaması hâlinde hareketin de mevcut olamayacağını söylemiştir. Pythagoras’ın boşluk târifi, bir anlamda havayı betimlerken, Leukippos’un boşluk kavramı gerçek bir vakum ifâde eder. Var olan boşluk kavramı ile, bu boşluğun içerdiği sonsuz sayıda, küçük olduğundan görünmez, maddenin mevcut olması gereğini ileri sürmüş ve böylelikle çokçuluğun (pluralism) temellerini, mantıkî bir kesinlikle ortaya koyan ilk düşünür olmuştur.

Demokritos :
Leukippos’un öğrencisi Demokritos, (İ.Ö. 460 - 370) Sokrates'den sonra ölmüş olmasına rağmen,  "Sokrates öncesi doğa filozofları"ndan sayılır. Hocasının ortaya attığı teoriyi büyük ölçüde geliştirerek ünlenmiştir. Parmenides'in temsil ettiği tekçilik (monism) ile Empedokles'in çokçuluğu (pluralism) karşısındaki aracılık girişimleri sonucu, bu gün artık kanıtlanmış bulunan "Atom veya bölünmeyen öz" teorisi ile ünlenmiştir. (Bazı kaynaklar Empedokles ve Anaksagoras'ı da "atomcular" sınıflandırmasının içine sokmaktadır. Bu görüşün isabetli bir tesbit olduğunu burada zikretmeliyiz.)
Varoluş ile ilgili çok kesin bir görüş ortaya koymuştur. Evren'deki oluşuma, kesin bir zorunluluk egemendir. Bütün olup bitenleri bir raslantı ile izâha çalışmak saçmalıktır. "Yaratılmamış, yok olmayan, değişmeyen varlık, özdeksel atomdur. Öz, maddeyi temsil eder ve onunla her nesne yapılabilir." şeklinde özetlenebilecek bir görüşle, materialist doğa biliminin ilk temellerini atmıştır.
Atomcular, sadece bir hacim, bir şekil ve belki de bir ağırlık içeren bölünmez  en küçük birim olarak târif ettikleri atomun ve atomların hareket ettiği boşluğun (eter - ether - esir) ezelî, ebedî mevcudiyetini ortaya atmışlardır. Bütün bu materyalist görüşlere rağmen, "tek gerçek, atomlar ve atomların hareketidir" prensibini, ruhun açıklanması aşamasında da tutarlı bir şekilde kullanmışlardır.
Bilinçli bir materyalist yaklaşımla, algılama ve düşünmeyi, vücuttaki en ince, en hafif ve en düzgün ateş atomlarının hareketi olarak izâh eden Demokritos, kendisinden önceki düşünürlerin üzerinde durmadığı oranda, ahlâk (ethik) ile de ilgilenmiştir.
Kaynak: Eren Erbabacan

Yunan Filozofları

Thales<li> Anaksimandros

Anaksimenes
Anaksagoras
Apollonialı
Diogenes
Sokrates
Eflatun
Aristoteles
Antisthenes
Aristippos
Eukleides
Empedoldes
Demokritos
Eudoksos
Diogenes
Demetrios
Epikuros
Diodoros
Karneades
Epiktetos
Arrhianos

 Ünlü Filozofların Sözleri, ünlü filozof sözleri, Güzel ünlü filozof sözleri, Ünlü Filozofların Sözleri, ünlü filozof sözleri, Güzel ünlü filozof sözleri, Ünlü Filozofların Sözleri


Düşünüyorum öyle ise varım.
DESCARTES

Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır.
GIBBON

Hayatta hiç hata yapmamış birisi zaten hiçbir işe başlamamış demektir.
HENRY FORD

Hayatta hiçbirşeyden korkmayın yalnız;herşeyi anlamaya çalışın. MARİE CURİE

İnsanlar tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldıkları dersler oranında olgundurlar.
BERNARD SHAW

İnsan aklın snırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye erişemez.
ALBERT EINSTEIN

Olgun insan yapabileceğini söyleyen ve söylediğini yapan insandır.
KONFİÇYUS

Gerçek arkadaş sağlık gibidir.Değeri ancak o yok olunca anlaşılır.
CERVANTES

Sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız.
KONFİÇYUS

İnsanların yapabileceği en büyük fenalık kendisine olan güvenini kaybetmesidir.
RİCHARD BERNEDİCİ

İnsansal öz, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekliği içersinde, bu, toplumsal ilişkilerin bütünüdür.
KARL MARX


Aristoteles

Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.
İnsanlar arzularına son olmadığı için, bu arzuları tatmin edecek vasıtalara da son olmamasını isterler.
Arzu öyle bir şeydir ki, hiç doymak bilmez; bir çok insanların hayatı, arzuları doyurma yollarını aramakla geçer.
Cesaret kuvvetle birleşince büsbütün artar.
Umut, uyanık adamın rüyasıdır.
Fazileti olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, en muhteris ve en doymak bilmez olanıdır.
Adalet önce devletten gelir.
İyi, basit; kötü ise çok yönlüdür.
Mevkilerini para ile satan kimseler, masraflarını geri almak yoluna düşerler.



Honore de BALZAC

Hayat herkes için acı, çünkü benim boş yere dilediklerime sahip olmuş nice insanlar gördüm, onlar da mes�ut değil.
İnsanın en zor katlandığı duygu acımadır, hele hak edince.
Evlenme dâvaya benzer. Mutlaka memnun olmayan bir taraf vardır.
Yoksulluğun hüküm sürdüğü yerde ne utanma kalır, ne suç, ne namus, ne de ruh.
Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür.
Sevmek, bir başkasının hayatını yaşamaktır.
Bir anne yüreği, dibinde daima af bulunan bir uçurumdur.
Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir.
Hiç kimse bir alışkanlığa veda etmek cesaretini gösteremez.


Bernard SHAW

Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.
Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim.
Yanlışlık fare deliğinden geçer, doğruluk kapılardan sığmaz
Susmanın kudretine inanıyorum. Bu mevzu üzerinde saatlerce konuşabilirim.
Dürüst insan her zaman gerçeği söyler, akıllı insan ise yalnız zamanında.
Bir kelime yeterlidir, gerisi laftır.
Moda kadınlara benzer, onun da havası vardır.
Her şeyi düşünmek, çoğun her şeyi düzene sokmak demektir.
Birçok insanın korkak olmaya cesareti yoktur.
Yazı ile insan daya iyi yalan söyleyebilir.
Zekanın sakıncası, insanı devamlı surette bir şeyler öğrenmeye zorlamasıdır.
Erkeğin de, kadının da terbiyesi birbirleriyle tartıştıkları zaman belli olur.
Aptallar, utanılacak bir şey yaptıkları zaman mazeret diye o işi her zaman yaptıklarını söylerler.
Akıllı adam aklını kullanır, daha akıllı adam başkalarının da akıllarını kullanır.
Ben şaka yaparken gerçekleri söylerim, çünkü gerçekler dünyanın en gülünç şakalarıdır.
Bu dünyada başarıya ulaşan insanlar istedikleri şartları yakalayan insanlardır. Eğer onları bulamazlarsa, kendileri yaparlar.
Parayı kazanmadan harcamaya nasıl hakkımız yoksa, mutluluğu da üretmeden tüketmeye hakkımız yoktur.
Değişmez kural, değişmez kuralın olmayacağıdır.
Çocuklarınıza ders vermek istiyorsanız (bu hiç de gerekli değil) kendinizi örnek gösterin. Ama sizin gibi olmaları için değil, sizin gibi olmamaları için.
Yapabilenler yapar; yapamayanlar yapmayı öğretir.
Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler.
Yalancının cezası; kimsenin kendine inanmayışı değil, asıl kendisinin kimseye inanmayışıdır.
Merhamet sevgiye yakınsa, minnet onun aksine yakındır.
Ahlak duygumuz, ihtiraslarımızı kontrol eder.
Aşk, insana vakar, ağırbaşlılık, hatta güzellik verir.


DOSTOYEVSKİ

Bazı insanlar, ev köpekleri gibi, yamandıkları kapıdan ayrılmazlar.
Çocuk, dünyanın en büyük saadetidir.
Çocukları seven hayatı da sever.
Evlenme, boşanma işi sırf kadınların elinde olsaydı, bir tek nikâh sağlam kalmazdı.
Gözyaşları kurur.
Hayata yeniden başlasaydım , saniyelerin nabzını tutardım.
Hayatımızda en yüce, en güçlü, en faydalı dayanağımız ana baba evinden kalan hatıralarımızdır.
İnsan yaşamayı ve yaşamamayı aynı şey diye kabul ettiği zaman hürriyete kavuşur.
İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür.
İnsanların saadet kadar felakete de ihtiyacı vardır.
İster tatlı, ister acı olsun, hatıra insana ıstırap verir.
Kadını kalkındıran, onu uçurumun dibine kadar yuvarlanmaktan koruyarak hayata yeniden doğmasını sağlayan biricik kuvvet aşktır.


Johann Wolfgang Von GOETHE

Akılsızlar hırsızların en zararlılarıdır: Zamanınızı ve neşenizi çalarlar.
Aşk ve sevinç büyük çabaların kanatlarıdır.
Bir kişinin sözleri önemli değildir; iki yanı da dinlemeli.
Bir şey her şey için, her şey bir şey için vardır.
Çözümde görev almayanlar problemin bir parçası olurlar.
Gönlümüz bize aklımızdan daha yakındır.
Görev, içinde bulunduğumuz zamanın bizden istediği şeydir.
İnsan ancak anladığı şeyi duyar.
İnsan kendini hiçbir yerde, karıncalar gibi kaynaşan kalabalığı yarıp geçtiği zamanki kadar yalnız hissedemez.
İnsan, babasına borçlu olduğu saygıyı, ancak baba olduğu zaman duyar.
İnsanın bir şeyi öğrenebilmesi için her şeyden önce o şeyi sevmesi gerekir.
Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak bir sanattır.
Mükemmel insanların aksayan tarafları daha çok göze batar.
Samimi olmayı vaad edebilirim; tarafsız olmayı asla.
Sevmek, inanmak demektir.
Siz kendinize inanın, başkaları da size inanacaktır.

KONFÜÇYÜS

Vefa ve samimiyet ilk prensipleriniz olmalıdır.
Eğer kusurların varsa, onlardan kurtulmaya çalışmalısın ve bundan korkmamalısın.
Yapılmış şeyler üzerinde konuşmak lüzumsuzdur, geçmiş şeyleri ayıplamak da manasızdır.
Bir insan sabahleyin doğru yolda ise, akşam saatlerinde de öyle kalacak ve bundan pişman olmayacaktır.
Tevazu ile konuşmayan bir kişi, zamanla bununla ilgili bütün kelimeleri de tamamıyla unutabilir.
Kelimelerin kuvvetini bilmeyen insanlarla esaslı bir konuyu konuşmak mümkün değildir.
İhtiyatlı insan nadiren hata işler.
Doğaya göre bütün insanlar birdir, fakat pratikte birbirlerinden dehşetli ayrılık gösterirler.
William SHAKESPEARE

Aklın bağlamadığı dostluğu, akılsızlık kolayca çözebilir.
Hiçbir miras, doğruluk kadar zengin değildir.
İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür.
Herkese kulağını, ama çok azına sesini ver.
Ah! Bu kadar okudum, bu kadar öykü ya da destan duydum, aşkın yolu asla düz gitmiyor.
İyimser, yaranın üstünde artık kabuk, kötümser ise kabuğun altında yine yara görür.
Bazı yıkılışlar, daha parlak kalkınışların teşvikcisidir.
Konuşmadan önce düşün, hareket etmeden önce ölç.
Geçmiş bir dost için yakınmak yeni dertler edinmektir.
Cehalet Tanrının laneti olduğuna göre, bilgi göklere uçabileceğimiz kanatlardır.
Nasıl bir at, üzerindeki zengin koşumların farkına varmazsa insan da içinde yaşadığı nimetlerin öyle farkına varmaz.
Bir iftira başka iftiraları doğurur.
Aşk bir deliliktir.
Daha iyi, iyinin düşmanıdır.
Yiğitlik intikam kazanmakta değil, tahammül göstermektedir.
Geçmiş bir felakete üzülmek, bir yenisini davet etmenin en emin yoludur.
Aslında hiç bir şey iyi veya kötü değildir. Her şey bizim onlar hakkında düşündüğümüze bağlıdır.



Leo Nikolaevich TOLSTOY

Af dileyen, kendi kendini itham eder.
Aşk, kızıl gibi geçirilmesi gereken bir hastalıktır.
Bekleyebilen için herşey iyi sonuç verir.
Bir insanı, bulunduğu mevki ile değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmelidir.
Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir.
Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür, ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.
Hırsları kökünden atmak mümkün değildir. Onları sadece asıl ülkülerine doğru yöneltmeğe çalışmalı.
İnanç, hayatın kuvvetidir.
İnsanlar seni, istedikleri kadar bilsinler, ama kendi kendini aldatabilir misin?
Öyle davran ki, senin iraden kendini bir kanun koyucu gibi hissetsin. Öyle davran ki, bu davranış yanında insanlığı bir araç değil bir amaç olarak göresin. Öyle davran ki, senin iradenin bir kanun gibi genel geçerliliği olsun.
Savaş, mızraklı, trampetli bir bayram değildir. Onun manzarası kandır. Ölümdür.
Tarihin konusu, kavimlerin ve insanların hayatıdır.

Victor HUGO

Öğrendikten, sevdikten sonra daha çok acı çekeceksiniz
Barış, her şeyi hazmeden mutluluktur.
Çalışma uçup gidebilen bir alışkanlıktır; bırakması kolay, yeniden başlaması zor bir alışkanlık.
Ölüm bu; ne hükümdar tanır, ne soytarı; herkesi aynı iştahla yutar.
Hayat, felaket, yalnızlık, yüzüstü bırakılmışlık, yoksulluk kendine göre kahramanları olan savaş alanlarıdır.
Evlatlarını sevmeyen babalar olabilir; ama, torununu çıldırasıya sevmeyen dede olamaz.
Kadınsız bir erkek horozsuz bir tabanca gibidir; erkeği ateşleyen kadındır.



F.M.Arouet VOLTAIRE

Ayrılık, tatmin edilmeyen aşkı arttırır.
Her zaman zevk, zevk olmaktan çıkar. Bir şeye düşkünlük hayvanlarda bile yoktur.
Hiçbir ordu, zamanı gelmiş bir düşünceye karşı duramaz.
İnsan zeka karşısında eğilir ama şefkat karşısında diz çöker.
İnsanoğlu hiç de kötü olarak yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de.
İyi bir taklit, kusursuz bir yaratıştır.
Kendi nefsine hakim olan, dünyaya hükmedebilir.
Pek az insan başkalarının deneylerinden yararlanmayı bilecek kadar akıllıdır.
Seçilmiş birkaç kitaptan güzel ne olabilir.
Tanrıya ettiğim dua pek kısadır; Tanrım düşmanlarımı gülünç duruma düşür.
Vahşiler hariç, bütün insanlar, kitapların hükmü altındadır.
Vatana sadakatla hizmet edenin atalara ihtiyacı yoktur.
Vatanımız, bütün asil ruhlar için en mukaddes bir yerdir.
Yarabbi ben düşmanlarımı yenmeğe kadirim. Sen beni dostlarımdan koru.


Yorum Gönder Blogger

DİKKAT!
İfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
:) (: :)) :(( =)) =D> :D :P :-O :-? :-SS :-t [-( @-) b-(

 
Tavizsiz © 2013. All Rights Reserved. Shared by WpCoderX
Top