Mevlana, sözleri, mevlana şiirleri, mevlanın hayatı,
Mevlana Muhammed Celaleddin-i Rumi (1207 - 1273)
Mevlana Şiiri:
“Ben ne Hristiyan’ım,
Ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslüman;
Ne Doğu’danım, ne de Batı’dan.
İkiliği bir kenara koydum,
İki âlemin bir olduğunu gördüm.”
Ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslüman;
Ne Doğu’danım, ne de Batı’dan.
İkiliği bir kenara koydum,
İki âlemin bir olduğunu gördüm.”
Evet, Mevlana haklı. O ne Doğu’dan ne Batı’dan. Apayrı bir diyardan geliyor ve besleniyor, Bambaşka bir damardan:
Aşk Şeriatı’ndan.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kismının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.
Mevlana'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir.
Mevlana'nın Doğum tarihi ise (6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dır. Bazı araştırmacıların tespitine göre, O'nun doğum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dır.
Babası, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmış Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrılmıştır.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuş burada tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmışlardır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etmiştir. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) gelip Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleşmişlerdir.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kalmışlardır. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlenmiş bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet edip ve Konya'ya yerleşmesini istemiştir.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etmiştir. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçilmiştir. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolunmuştur.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplanmış Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak görmüşlerdir. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar vermeye başlamıştır.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşmıştır. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştür. Ancak beraberlikleri uzun sürmemiş Şems aniden ölmüştür.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etmiştir.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
MEVLÂNA'NIN ESERLERİ
MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.
Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî'nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.
DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.
MEKTUBAT
Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.
Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.
MECÂLİS-İ SEB'A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.
Doğum Tarihi: 30 Eylül 1207 Ölüm Tarihi: 17 Aralık 1273
Doğduğu Ülke: Afganistan Mezarı Türbesi:Türkiye Konya’ da
Mevlana’ dan Sözler
Mademki kendinde bir dert veya pişmanlık hissediyorsun; bu, Allah’ın sana olan yardımının ve sevgisinin bir delilidir.
Sen değerinle ve düşüncenle, iki âleme de bedelsin, ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun.
Bazı insanlar vardır ki selam verirler ve selamlarından is kokusu gelir. Bazıları da vardır ki selam verirler ve onların selamından misk kokusu gelir.
Denizin kenarına kadar, ayakların izi vardır. Ama denize girdikten sonra ne iz kalır, ne işaret.
Sen bizim suretimize [yüzümüze] değil, siretimize [ahlakımıza] bak.
Sen bizim suretimize [yüzümüze] değil, siretimize [ahlakımıza] bak.
- Ümit, güvenlik yolunun başıdır. Yolda yürümesen de daima yolun başını gözet. “Doğru olmayan şeyler yaptım.” deme, doğruluğu tut. / O zaman hiçbir eğrilik kalmaz. / Doğruluk Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazın sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca onların hepsini yutar.
- Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver.
- Yüz binlerce birbirine benzeyenleri seyret de aralarında ki yetmiş yıllık farka dikkat et. İki şey birbirine benzeyebilir: Acı su da berraktır, tatlı su da…
- Ömründen nasibin, kendini Sevgiliden mesut bulduğun andan ibarettir.
- Şunu iyi bil ki safları yaran, her şeyi yenen aslanla savaşmak kolaydır; gerçek kahraman odur ki önce kendi nefsini yener.
- Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.
- Nice bilginler vardır ki gerçek bilgiden, hakiki irfandan nasipsizdirler. Bu ilim sahipleri, bilgi hafızıdır, bilgi sevgilisi değil.
- Nice kişiler vardır ki dizimin dibindedirler, ama benim için sanki Yemen’dedirler. Yemen’de olan niceleri de vardır ki sanki dizimin dibindedirler.
- Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, hiç aramamak demektir.
- Tuzağa saçtığın taneler cömertlik sayılmaz.
- Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
- Allah ile olduktan sonra, ölüm de ömür de hoştur.
- Bal yiyen, arısından gocunmaz.
- Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından birşey kaybetmez.
- Ne mutlu o kimseye ki kendi ayıbını görür.
- İyiliği ve ihsanı tamamlamak, başlamaktan daha iyidir.
- Bu dünya bir tuzaktır, tanesi de arzular.
- Balığa, denizden başkası azaptır.
- Soru da bilgiden doğar, cevap da.
- Adalet nedir? – Ağaçları sulamak. Zulüm nedir? – Dikene su vermek.
Hz. Mevlana Sözleri
Ey oğul, herkesin ölümü kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost!
Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir.
Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya; doğrusu sen, kendinden korkmaktasın.
Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün. Canın bir ağaca benzer; ölüm onun yaprağıdır.
İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş nahoş.. gönlüne gelen her şey senden, senin varlığından gelir.
Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir.
Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya; doğrusu sen, kendinden korkmaktasın.
Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün. Canın bir ağaca benzer; ölüm onun yaprağıdır.
İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş nahoş.. gönlüne gelen her şey senden, senin varlığından gelir.
Hz. Mevlana Sözleri
Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarınınki nakildir.
Nakil, nakdin fer’idir.
Nakil, nakdin fer’idir.
Mevlananın Sözleri
Sözünü öyle bir izah et ki havas da avam da istifade etsin.
Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.
Söz söyleyen kemal sahibi olursa,
(mağfiret ve hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her türlü aş bulunur.
Hiçbir misafir aç kalmaz, herkes o sofrada kendi gıdasını bulur.
Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.
Söz söyleyen kemal sahibi olursa,
(mağfiret ve hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her türlü aş bulunur.
Hiçbir misafir aç kalmaz, herkes o sofrada kendi gıdasını bulur.
Mevlananın Sözleri
Güzel üslupla söz söyleyenleriz;
Mesih’in talebesiyiz; nice ölülere tuttuk da can üfürdük biz.
Mesih’in talebesiyiz; nice ölülere tuttuk da can üfürdük biz.
Mevlananın Sözleri
Surette kalırsan putperestsin. Her şeyin suretini bırak, manaya bak.
Hacca giderken hac yoldaşı ara. Ama ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap.
Onun şekline, rengine bakma; azmine ve maksadına bak.
Rengi kara bile olsa değil mi ki seninle aynı maksadı gdüyor, aynı senin rengindedir, sen ona beyaz de
Hacca giderken hac yoldaşı ara. Ama ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap.
Onun şekline, rengine bakma; azmine ve maksadına bak.
Rengi kara bile olsa değil mi ki seninle aynı maksadı gdüyor, aynı senin rengindedir, sen ona beyaz de
Mevlana Şiiri:
Yer döner, boşluk döner, alem döner…
Cümle alem, Şems’in etrafında raksetmektedir.
Bir büyük ayinde tekmil ruzigar
Bir dönüş başlar ki artık yer ve gök
Hep kaybolur
En güzel mana çıkar.
Cümle alem, Şems’in etrafında raksetmektedir.
Bir büyük ayinde tekmil ruzigar
Bir dönüş başlar ki artık yer ve gök
Hep kaybolur
En güzel mana çıkar.
Mevlana’nın insan sevgisi tarif edilemeyecek kadar büyüktür. Aynı zamanda Mevlana’nın insanlara duyduğu saygı da tarif edilemeyecek kadar derindi: Ayırmadan herkese saygı ve sevgi… Başkaları da bu nezakete karşılık verirler, ona saygı göstermeye uğraşırlardı. Mesela bir topluluğa girdiği zaman kendisine saygı duyarak ayağa kalkarlardı. Mevlana bunu istemezdi. Hele de kendisi için birini oturduğu yerden kaldırdıkları zaman bu hale çok üzülürdü.
Mevlana’nın insan sevgisi ne güzel bir örnek:
Mevlana bir gün hamama gitmişti. Soyunup hazırlandı, yıkanma yerine girdi. Girdi, ama girmesiyle çıkması da bir oldu. Tekrar giyindi ve gitmeye hazırlandı.
Sebebini sordular.
Dedi ki:
“Soyunup hamama girmiştim. Tellak beni görünce, bana yer açmak için bir şahsı havuzun başından uzaklaştırdı. Benim yüzümden rahatsız edilen o kişiye karşı utancımdan o kadar terledim ki dayanamayıp dışarı çıktım!”
Hey koca Mevlana, güzel insan!… Şimdi manevi torunların, birbirinin yerini kapmaya çalışıyor. Gücü yeten bazı zalimler, fukaranın etini ekmeğini bile elinden kapmaya uğraşıyor.
Sen ise bir havuz başında yer açılmasını bile istemedin kendine. Biz ne yerler açıyoruz kendimize, kul hakkını yiye yiye, eze eze, üze üze, neleri kimlerden kapmaya çabalıyoruz…
Mevlana’mız! Bizim de biraz efendileşmemiz için himmetini dileriz.
Mevlana, çocukları da çok severdi. Bu sevgiyi Konya’nın çocukları iyi bilirdi.
Bir gün Mevlana bir mahalleden geçiyordu. Sokak arasında kaydırak oynayan çocuklar onu görünce hemen koşup etrafını aldılar, elini öptüler, duasını aldılar.
Bir gün Mevlana bir mahalleden geçiyordu. Sokak arasında kaydırak oynayan çocuklar onu görünce hemen koşup etrafını aldılar, elini öptüler, duasını aldılar.
Mevlana onlarla tek tek ilgilendi, iltifat etti.
Bu sırada çocuklardan biri, ne yarım kalmış oyunundan vazgeçebiliyor, ne de Mevlana’nın muhabbetinden mahrum kalmak istiyordu.
Oyununu sürdürürken seslendi:
“Mevlana, azıcık bekle de ben de elini öpeyim!”
Mevlana bekledi. Çocuk oyununu bitirip gelinceye kadar orada durdu. O çocuğu da selamladı, başını okşadı, gönlünü hoş etti.
Böylesine engin ve zengin gönüllü idi. Büyük küçük demeden herkese açılmış bir gönülden ibaretti. Çünkü o, “Çocuklarınızla çocuklaşın.” Diyen bir Güzeller Güzelinin sevdalısıydı. Ve onun gibi, kollarını geniş açmış, bütün çocukları çocuk bilmişti.
Mevlana Sözleri:
Allah’a tekrar tekrar yemin ederim ki,
Bu mana (Mesnevi),
Güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak,
Ve bütün ülkelere ulaşacaktır.
Hiçbir mahfil ve meclis olmayacak ki orada Mesnevi okunmuş olmasın.
Hatta o dereceye varacak ki,
Mabetlerde, zevk u safa yerlerinde okunacak;
Bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaktır.
Bu mana (Mesnevi),
Güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak,
Ve bütün ülkelere ulaşacaktır.
Hiçbir mahfil ve meclis olmayacak ki orada Mesnevi okunmuş olmasın.
Hatta o dereceye varacak ki,
Mabetlerde, zevk u safa yerlerinde okunacak;
Bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaktır.
Manzum halinde Mevlana Sözleri:
Güzel söyle de halk, yüzyıllar boyunca okusun.
Tanrı’nın dokuduğu kumaş ne yıpranır, ne eskir.
Tanrı’nın dokuduğu kumaş ne yıpranır, ne eskir.
Ben kilitten seslenen bir kapı anahtarı gibiyim sanki.
Sanır mısın ki benim sözüm sadece bir sözdür.
Sanır mısın ki benim sözüm sadece bir sözdür.
Ne kadar zengin olsan ancak yiyebilecegin kadar yersin.
Denize testiyi daldırsan, alabilecegin kadar su alırsın, gerisi kalır.
- Hz. Mevlânâ -
Denize testiyi daldırsan, alabilecegin kadar su alırsın, gerisi kalır.
- Hz. Mevlânâ -
Mevlana´dan İnciler
Sermâyesi kanaat olan kişinin; her yaptığı iş, tâ’at olur, ibâdet sayılır. Onun yemesi, içmesi, uyuması, Hakk’ın emrini tutması, yerine getirmesi içindir.
Sakın Hak’tan başkasını dost edinme! Çünkü halkın dostu olmak, halkın gözüne girmek ömürsüzdür, ancak yarım saat sürer.
Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu?
Vefâsı var mı? Ası ona bak! Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa, vefâlıysa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say!
O, senin övgünden, saydığın meziyetlerden daha üstün bir kişidir.
Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak, iyi tanınmak için uğraşmak, insanlığa yakışmaz.
Eğer sen hakikati, aşk incisini arıyorsan, görünüşten kurtulman, deniz dalman, derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret, gösteriş, deniz kıyısına düşen köpüktür.
Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.
Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin!
Bütün insanlarda aynı ruh vardır, ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünya da çeşitli diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin da anlamı birdir, çeşitli kaplara konan sular, kaplar birleşirler, bir su hâlinde akarlar.
Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, mânâsız düşünceleri söküp atarsan, can, mânâ gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler.
Sende bulunan beş duygu ışığını, gönül nuruyla aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Gönlünse yedi âyetten ibâret olan Fatiha Sûresi’ne benzer.
Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin.
Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir?
Biz Hakk’ın nuruyuz, Hakk’ın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor?
Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücut halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşıyız?
Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz.
Mânâların aşk burakı, aklımı da, gönlümü de aldı, götürdü.”Nereye götürdü?” diye den bana sor. Aklımı da, gönlümü de senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Ben öyle bir revâka, öyle bir kemer altına ulaştım ki, orada ne ay gördüm, ne de gök.
Öyle bir dünyaya eriştim ki, orada dünya da, dünyalıktan çıkar, dünyalığını kaybeder.
Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimiz’den öğren de, Allah sana ne verirse ona razı ol. Başına gelen derde, balaya razı olur da, ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır. Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla.
Zaten o sana yabancı değildir, onunla aşinalığın vardır.
Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma, onu neşe ile karşıla, merhaba, hoş geldin de. Onu güler yüzle, tatlı sözle karşıla ki gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın da güzelliği ortaya çıksın.
Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde, gizli bir zevk, gizli bir mutlu yalayış vardır. Her şeyi gizleyen bu örtünün altında, yüzlerce güzel Yusuflar vardır. Bu ten, bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun kalkar.
Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! Bu halin nasıl olduğunu anlamak istersen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa cennet bahçelerine kanat çırpmaktadır.
Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun! Ömrünün yarısı perişanlıkla geçer, öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider! Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de, daha iyi bir hâl,
daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!
Köpeklerin ağzı deydi diye deniz kirlenmez.
Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir tepe, bit yıkık yer değildir. Ruhumuz bizim biricik dostumuz, yârimizdir. O, bize hiçbir zaman yabancı olmaz. Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer. Yürekli bir er, Rüstem gibi bir yiğit olmayan oraya nasıl varabilir?
Oraya varacak kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla bedenini besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir. Oraya varacak kişi, nefsini yenen, kendi benliğini yıkıp alt eden, dünya âşığı değil, Allah âşığı olan kişidir. Böyle bir kişinin bedeni mezara girince; mezarın toprağı ile örtülünce, o bedenden tohum nasıl başverir yücelirse, tıpkı onun fini Hak tarafından kabul edilmiş ağacı yükselir, boy atar. Nurlu bir gönül erinden başka, o nura âşık olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?
[ Kaddesallahu Sırrahulaziz ]
MESNEVİ - i ŞERİFİNDEN SEÇMELER
[ Bu sayfanın oluşturulmasında kaynak olarak Şefik Can tarafından hazırlanan ve Ötüken Yayınları arasında basılan Mesnevi tercemesinden yararlanılmıştır... ]
“Ten candan, can da tenden gizli değildir. Fakat kimseye canı görmek izni verilmemiştir.”
“Hakk âşıkları, muhabbet deryâsının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna kanmazlar, bu sebeple balıktan başka herkes suya kandı, nasibi olmayanın da günü, uzadıkça uzadı.” (S.14)
“Rûhen yükselmemiş, ham kalmış kişi, yetişkin, olgun kişinin halinden anlamaz. Öyle ise sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm.”
“Dünya bağını kopar, maddeye olan bağlılıktan kendini kurtar da,hür ol, ey oğul ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın?”
“Rızıklar denizini, bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su...”
“Topraktan yaratılmış olan bedenimiz, aşk yüzünden göklere yükseldi. Dağ bile çevikleşti, oynamaya başladı.”
“Ey âşık! Aşk Tûr Dağı’na can olunca, Tûr mest oldu, kendinden geçti, Mûsâ da düşüp bayıldı” (S.15)
“Fakat kendi dilinden anlayanlardan, kendi dilini konuşanlardan uzak düşen kimse, yüzlerce dil, yüzlerce nağme bilse, yine dilsiz olur, susar.”
“Şunu iyi bil ki, kâinatta var olan her şey, sevgilinin tecellîsinden ibârettir, onun yarattıklarıdır.Onun kudretini,yaratma gücünü göstermektedir. Aslında, âşık bir perdedir. Var olan, diri olan ancak sevgilidir. Âşık ise bir ölüdür. Var gibi görünen bir yoktur.”
“Bu hakîkati sezemeyen, ilâhî aşka meyli, isteği olmayan kimse, kanatsız bir kuş gibidir. Vay onun haline, yazıklar olsun ona...” (S.16)
“Fakat, gerçek aşk, ölümsüz olan aşk, Allah aşkı, rûhda olsun, gözde olsun, her an goncadan daha taze olarak durur.” (S.17)
“Hekîmler, gurura, benliğe kapıldılar da, her şeyi kendi ellerinde sandılar. İnşaallah (=Allah İsterse) iyi ederiz, demediler Bu yüzden Cenâb-ı Hakk onlara, insanların âcizliğini, Allah’ın izni olmadan insanların bir şey yapamadıklarını gösterdi.” (S.18)
“Kendimizi kontrol ederek, Cenâb-ı Hakk’tan, edebli bir insan olmak hususunda bizi başarıya ulaştırmasını niyâz edelim. Çünkü edebi olmayan Allah’ın lûtfundan mahrum kalır.”
“Edebi olmayan, yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz, belki edebsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur.” (S. 25)
“Dost yolunda edebsiz, korkusuz olan kişi, başkalarının da yolunu vurmuş olur. Böyle kişi mert değil nâmerttir.”
“Edepteb dolayı bu gökler, nûra gark olmuştur. Melekler de edeblerinden ötürü temiz ve masum olmuşlardır.”
“(19) Misâl âleminin yâni maddî âlemin hayalleri, bir bakıma Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının tecellîsidir. Böyle oldukları için, bu hayâller, velîleri kendilerine çeker. Kendi güzellik ve yüceliklerine kul, köle ederler. Erenler böyle bir güzele kul, köle olmanın mânevî zevki içinde, ilâhî hakîkate doğru yol alırlar.” (S.26)
“Ey arkadaş, sûfî, bulunduğu vaktin oğludur. Bu iş yarın olsun, yarına kalsın demek, tarîkat anlayışına uymaz.”
“Yoksa sen, sûfî bir er değil misin? Veresiye veriş ile elde bulunana yokluk gelir.” (S.27)
“Ona dedim ki: “Eğer sevgili, bütün sırlarından soyunup meydana çıkarsa, ne sen kalırsın, ne de maddî varlığın kalır.”
“Arzu et, iste, ama o arzu ölçülü olsun. Bir saman çöpü bir dağı kaldıramaz.”
“Bu âlemi aydınlatan güneş yörüngesinden çıkıp, biraz dünyaya yaklaşacak olsa, her şeyi yakar, kül eder.” (S.28)
“(22) Cemâleddin Sâvî adında birisinin kurduğu tarikata mensup kişiler, melâmî meşreb olduklarından halk tarafından hor görülmeleri için “çehar darb” yaparlarmış. Dört vuruş yani saçlarını, sakallarını, bıyıklarını, kaşlarını ustura ile tıraş ederlermiş. Başları cascavlak olduğu için bunlara Cevlâkî derlermiş. Belli ki dükkâna gelen derviş bir Cevlâkî imiş.” (S.29)
“Bütün insanlar, velileri kendi nefisleri ile kıyas ettikleri için yoldan çıkmışlardır. Bu sebepten ötürü, Allah’ın seçkin kullarından pek az kimse haberdar olabildi.” (S.30)
“Şu da bir gerçektir ki; kötü kişinin Arş titrer. Allah’tan korkan muttakî kişi de kötü meth edilince, meth edn kişi hakkında fenâ bir zanna kapılır.”
“Kalp altını da, hâlis altını da mihenk taşına vurmayınca ayarını anlayamazsın.”
“Allah, her kimin rûhuna, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti vermişse, o kimse gerçek imanı, şüpheden ayırabilir.” (S.31)
“Hikmetinden sual sorulmayan Hakk’ın işini kim anlayabilir? O işin hakîkatine kim erişebilir? Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir.” (S.32)
“Bu çeşitli yüzlerin her birine dikkatle bak, onların vasıflarını, nice olduklarını aklında tut. Belki sûfîlik yolunda hizmette bulunurken yüz tanır olursun da, yüzüne baktığın kimselerin mânevî kimliklerini anlarsın.”
“Etrafında insan yüzlü bir çok şeytan vardır. Bu sebeple, her ele el vermek, her ele bağlanmak, intisab etmek uygun değildir.”
“Rûhan düşük, alçak bir kişi, bir takım saf kimseleri kandırmak için velilerin sözlerini çalar.” (S.33)
“Sen, uyanık kaldıkça, uyanıklık dedikodusu ile uğraştıkça, uykuda gizlenen rüyâlardan, rüyâlardaki konuşmalardan nasıl mânâ kokusu alabilirsin? Görünen âlemin sırlarından nasıl haberdar olabilirsin?” (S.40)
“Hz. Mevlâna bütün dinlerin esas itibariyle vahdet üzerine kurulduğunu ve peygamberlerin aralarında fark bulunmadığını anlatmak için bu hikâyeye, kendi mübârek hayaline göre yeni bir şekil vermiştir.”
“Hz. Mevlâna’nın görüşleri hep Kur’ân esasına dayandığı için bu hikâyede de bilhassa şu âyetlere işâretler vardır: “Onlar, dinlerini parçaladılar. Bölük bölük oldular. Her grup kendi inancı ile sevinmekte ve ferahlamaktadır”, Rûm Sûresi 32.”
“(38) Rivâyete göre Hz. İsâ gençliğinde boyacılık edermiş. Boyanmak üzere getirilen elbise ve kumaşları o küpe atarmış, elbise ve kumaş sahibi hangi rengi istiyorsa, onun elbisesi yahut kumaşı istediği renge boyanırmış.
Aynı küpden istenilen çeşit çeşit renklerin çıkması Hz. İsâ’nın bir mu’cizesi olarak görülmekte... Ve mutasavvıflara kesrette vahdeti (=çoklukta tekliği) hatırlatmakta ve bu sıbğatullah (=Allah boyası) olarak ta’rif edilmektedir. Hz. İsâ’nın küpünden renk renk kumaşlar çıktığı gibi Vahdet Küpü’ndende türlü türlü renk ve şekillerde mahlukların zuhur eylemiş olması ile eşyada görülen bu kesretin (=çokluğun) yegâne menbaının vahdet olduğu anlatılmaktadır.” (S.43)
“Dostun, dostlarla buluşması hoştur. Sen de mânâyı yakala, eteğinden tut, sûret, görünüş inatçıdır, serkeştir.”
“İnatçı sûreti, görünüşü eziyetle, riyâzetle erit ki onun altında gizlenmiş bulunan Vahdet Hazinesi’ni görebilesin.”
(46) Mu’tezile inancında olanlar,Allah’ı görmenin imkânsız olduğuna inanırken, sünnet ehli, peygamberimizin; “Ayın ondördüncü gecesi, ayı semâda gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz.” Hadîsine göre Hakk’ı görmenin mümkün olduğu kanaatındadırlar. Hakk, kendi âşıklarına, kendini müşâhede etme lütfunda bulunur da, böylece Hakk’dan ayrı düşmenin verdiği ümidsizliği, kalb kırıklığını giderir, onların gönül yaralarını tedavi eder. Ezelî inâyeti ile ona yardım eder.” (S.46)
“Biz bütün kâinata, tek bir cevher halinde yayılmıştık, orada hepimiz de başsızdık, ayaksızdık.(47)
(47) Ezelde, bütün rûhların bir kaynaktan geldiklerini anlatmak için Hz. Mevlâna’nın; “Tek bir cevher halinde yayılmıştık.” Diye buyurması peygamber efendimizin şu meâldeki bir hâdisinden mülhemdir: “Allah’ın ilk yarattığı beyaz bir inci idi.” Bu beyaz inciye ‘Hakîkat-i Muhammediye’, deniliyor.”
“Bu âlemde görülen bölünmeler, tefrîkalar, imtiyazlar o âlemde yoktu. Biz o âlemde Ehâdiyyet Mertebesi’nde, güneş gibi her tarafa nûr saçan bir cevher idik. Su gibi berrak ve saf bir halde bulunuyorduk. (48)
(48) Cenâb-ı Hakk’ın, Gayb-ı Mutlak’ın meydana çıkmayan, belirmeyen ilk zuhur mertebesine ârifler, Ehadiyyet Mertebesi demişlerdir. Bu mertebeye gaybü’l-gayb (=bilinmeyenin bilinmeyeni), kenz-i mahfî (=gizli hazine) de denir.”
“O güzel ve lâtif nûr sûrete gelince, şekle bürününce, kal’a burclarının gölgeleri gibi sayılar meydana geldi.”
“Burcları mancınıklarla yıkın da, birbirinden bölünenlerin, ayrılanların arasındaki fark kalksın.”
“Ben, bu sırrı etraflıca açıklamayı, anlatmayı çok isterdim ama, zayıf akıllı birisinin ayağının kaymasından, inkâra düşmesinden korkarım.” (S.47)
“Bizim alıp verdiğimiz bu nefesler de, bizim canlarımızı, tıbkı onun gibi azar azar dünya hapishanesinden çalar götürür.”
“Candan, gönülden söylenen güzel sözler, dualar, niyâzlar, yakarışlar, Hakk’a doğru yükselir. Hakk’tan başka kimsenin bilmediği, bir yere kadar varır, ulaşır.”
“Temizlenmiş ve arınmış olan nefeslerimiz, hoş sözlerimiz, yücelir, yücelir, bizden armağan olarak ölümsüzlük, sonsuzluk âlemine varır.”
“Sonra sözlerimizin, niyâzlarımızın sevabı, Allah’ın rahmeti eseri olarak kat kat çoğalarak bize gelir.”
“Gerçeği anlayabilmek için ashabdan bazıları Resûl-î Ekrem (s.a.v)’den insanı azdıran nefsin hilesine dâir bilgi isterlerdi.”
“Sahabenin araştırıcı olanları, kılı kırk yaranları, Peygamberimiz Efendimiz’in, nefsin hilesi hususundaki beyanları karşısında hayran kalırlardı.” (S.49)
“Put kırmak kolaydır, hem de pek kolay, fakat nefis putunu kırmayı kolay sanmak, bilgisizliktir, bilgisizlik.”
“Şeytan, Hz. Âdem’e hased ettiği için, ona secde etmeğe utandı. Hasedden ötürü, kendini saadetten mahrum kıldı.”
“Hakk yolunda hasedden daha zor, daha tehlikeli bir geçit yoktur. Gönlüne hasedi sokmayan kişi ne mutlu kişidir.” (S.50)
“Beden, hased evidir, ama, Allah, kâmil insanların bedenlerini tertemiz etmiş, arındırmıştır.”
“ “Evimi temizleyin” âyet-i kerîmesi, vücud ve rûh temizliğini emreder. Gerçi, vücud topraktan yaratılmıştır. Fakat, hakîkatte vücud bir nûr hazinesidir.” (51)
“(51) Evimi titizlikle temizleyin diye İbrâhim ve İsmâil’e de kuvvetli bir emir vermiştik.” Bakara 125. âyete işâret var.”
“Büyüklerin büyüğü olan, gönüllere gönül kesilen sevgili peygamberimizin; “Namaz ancak kalb huzuru ile tamam olur.” hadisini hatırla da nefsten, yani şeytandan kurtulmak için kalb huzuru ile namaza başla.” (S.51)
“Allah’ım, sen her gece rûhları ten tuzağından azad eder, onları dünyaya âit işlerden, hâtıralardan kurtarırsın.”
“Rûhlar, her gece ten kafesinden kurtulurlar da, kimsenin hükmü altında bulunmadan, kimseye hükmetmeden hürriyete kavuşurlar.”
“Ârif olan zâtın hali, uyanık iken de böyledir. Yâni ârif olan, uyanık iken de dünyaya karşı uykudadır. Cenâb-ı Hakk, Ashab-ı Kehf hakkında da; “Onlar uykuda idiler.” (56) tâbirini kullanmıştır. Bu nasıl olur? deme.”
“(56) Kehf Sûresi’nin 18. âyetine işâret var.” (S.53)
“Halkın canları, nedeni, niçini olmayan bir sahraya, “Rûhlar âlemine” gider. Rûhları rûhlar âleminde, bedenleri de yattıkları yerde istirahat eder.”
“Sonra, İlâhî bir işâretle, bütün rûhları, tekrar ten tuzaklarına getirir, onları iyi ve âdil insan olmaya dâvet eder.”
“Vaktaki seherin nûru görünür, felek akbabası altın kanatlarını çırpar, sabah olur, güneş doğar.”
“Sabahın yaratıcısı olan Allah, İsrafil gibi bütün rûhları alır o ülkeden, rûhlar âleminden şu görünen âleme, sûret âlemine getirir.”
“Etrafa dağılmış, yayılmış olan rûhları ten ile, cesed ile bağlar. Böylece bedenleri,tekrar rûhlara hamile yapar, gebe bırakır.”
“Geceleri insanlar uykuya dalınca can atlarının beden eğerlerini soyar alır. “Uyku, ölümün kardeşidir.” hadisinin sırrı budur.” (57)
(57) Şârihlere göre,geceleri beden eğerinden kurtulan can atının sabah olunca tene geri gelmesini sağlayan uzun ip bir semboldür. Bu uzun ipin vazifesini tende kalan hayvânî rûh görür. Hz.Ali efendimizin; “Rûhlar, bir şua vasıtasıyla bedenlere bağlı kalırlar.” sözü, bu konuya ışık tutmaktadır.”
“Fakat sabahleyin tekrar gelmeleri ve tenle ilgilenmeleri için rûhların ayağına uzun bir ip bağlar.”
“Bağlar ki gündüz olunca o mânâ âlemi çayırlığından geri gelsinler, tekrar kulluk yükü altına girsinler.” (S.54)
“Kim, şu madde dünyasına daha çok düşkünse ve dünya işlerinde daha çok uyanıksa, o, aslında ötelerden habersiz derin uykulara dalmıştır. Mânevî âleme gözleri kapalı olan böyle bir kişinin normal uykusu, daha az kötülük yapacağı için, uyanıklıktan hayırlıdır.”
“Eğer, rûhumuz, Allah’a karşı Allah ile uyanık değilse, Allah’tan gafilse, akılla hisle uyanık oluşumuz, Hakk yolunda bize engel olur, perde olur, bizi ilâhî te’sirden uzak bırakır.”
“Yaşayışımız icabı her gün, bir çok kuruntularla, hayallerle örselenmekte, kârımızı zararımızı düşünmekte, eldeki malımızın yok olmasından korkmaktayız.”
“Asıl, uyuyan o gâfildir ki, gönlüne gelen şehevânî duyguları, nefsânî vesveseleri canlandırır, onlarla beraber yaşar. Kapıldığı hayalleri hoşuna gider, onu ümide düşürür, âdetâ onlarla konuşur.” (S.55)
“Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden, bu âlemden ölmüş, kendini tamamiyle Hakk’a teslim etmiş olan kâmil insanın eteğini tut ki, âhir zamanın, şu bozulmuş dünyanın fitnelerinden kurtulasın.”
“Allah, senin gözüne, kendi görüş nûrunu verirse, gözünde bu âlem gibi yüzlerce âlem peydahlanır.” (S.56)
“Her ne kadar bu dünya, senin nazarında çok büyük ve nihayetsizise de, bilmiş ol ki, ilâhî kudret karşısında o bir zerre bile değildir.”
“Gerçekten de bu cihan, sizin canlarınızın hapishanesidir. Siz, asıl kendi yurdunuzun bulunduğu tarafa doğru gidiniz.”
“Rûh, seni çok yukarlara, göklerin ötelerine götürürken sen, su ve balçık tarafına yönelerek, esfel-i sâfilin, aşağıların aşağısına düşmüşsün.”
“Hırs atını yıldızlara doğru sürmüşsün. Onlara dâir bilgiler elde ediyor, mesafeler ölçüyor, yeni yeni yıldızlar keşf ediyorsun da, kendini keşf edemiyorsun. Meleklerin secde ettikleri Âdem’i tanımıyorsun.” (S.57)
“Sen bu beytin tefsirini Kur’ân-ı Kerîm’den oku. Cenâb-ı Hakk, Hz.Peygamber’e; “Attığın zaman sen atmadın!” diye buyurdu.”
“Gerçi görünüşte ok atan biziz, fakat gerçekte, ok atış bizden değildir. Aslında biz yayız, yayı çekip oku atan Allah’tır.”
“Yanlış anlaşılmasın... Bu söylenilen sözler cebir değildir. Allah’ın Cebbâr isminin tecellîsidir. Cebbâr isminin anılması da Hakk’a yalvarmak, yakarmak ve niyâz içindir.” (S.58)
“Ledün ilminden , o yüce ilimden süt emmesinler, nasib almasınlar diye yalnız zâhire itibar eden duygu ehlinin bilgileri kendilerine ağız bağı olmuştur.”
“Allah’ın bizim nazarımızdan gizli tuttuğu, nice çirkin, güzel mahlûkâtı vardır ki onlar her an gönül kapısını çalar dururlar.” (68) (S.59)
“(68) Şehvet duyguları, şeytânî vesveseler, nefsânî hatıralar, kin, nefret, kıskançlık zaman zaman gönül kapısını çalarlar. İçeri girmek isterler. Bazen de, ilâhî ilhamlar, rahmanî duygular, bizi mânen uyandırmak için gönül kapımıza gelirler. İbn-i Mes’ud (r.a.)’den şu anlamda bir hadîs rivâyet edilmiştir: “Gerek şeytan ve gerekse melek tarafından insana bir fikir, bir ilham gelir. Bu sebeple kendi gönlümüzde, hayra dâir bir teşvik bulursak, bunun melekten geldiğini bilmeli ‘Elhamdülillah’ demeli, şerre dâir bir fikir bir duygu gelirse, bu duygunun şeytandan geldiğini anlayarak ‘Eûzü’ çekmeli ve şeytanın şerrrinden Allah’a sığınmalıyız.” (S.59-60)
“İçimize doğan, bizi rahatsız eden şeytânî düşünceler, hayâller, vesveseler kalbimize batan, görünmez dikenlerdir. Bu dikenler, bir kişiden değil, binlerce kişiden gelip kalbimize batmaktadır.” (S.60)
“Nar alacak isen, gülen, çatlamış nar al ki, o gülüş, sana içindeki dânelerden haber versin.”
“Ârifin gülüşü, ne mübârek gülüştür ki, o gülüş, can kutusundaki inci gibi ağızdan gönlü gösterir.”
“Mukallidin, sahte şeyhin gülüşü, lâlenin gülüşü gibi uğursuzdur. Ağzını açınca, içinin siyâhlığı görünür.”
“Gülen nar, bağı, bahçeyi de güldürür. Âriflerin sohbeti, seni de ârifler arasına katar.”
“Gönül seni gönül ehlinin, âriflerin mahallesine doğru çeker, ten ise seni su ve çamur hapsine koymak ister.”
“Aklını başına al da, bir gönül arkadaşının sohbeti ile gönlüne gıda ver. Git, ikbali, mânevî gücü, bir ermişten, bir ikbâl sahibinden iste.”
“Eğer insan, şekli ile sûreti ile insan olsaydı; Hz. Ahmed (s.a.v.) Efendimiz ile Ebû Cehil bir olurdu, aralarında fark olmazdı.” (S.61)
“Ben de senden doğmayı ölüm sanmıştım, senden ayrılacağım diye pek çok korkmuştum.”
“Fakat doğunca, pis, daracık bir zindandan kurtuldum. Günün ışığına çıktım. Havası hoş, rengi güzel bir dünyaya geldim.” (S.62-63)
“Allah, birisinin perdesini yırtmak, ayıbını örtmek isterse, onun gönlüne, temiz kişileri kınama isteği verir.”
“Allah, bir kimsenin de ayıbını örtmek isterse, o kişi nefs yüzünden kirlenmiş, günahlara, ayıblara bulanmış insanların bile ayıblarını görmez, söylemez olur.”
“Allah bize yardım etmek dilerse, gönlümüze yalvarma, ağlayıp inleme isteği verir.”
“Allah aşkıyla ağlayan göz, ne mutlu gözdür. Allah aşkı ile tutuşup yanan gönül ne mübârek bir gönüldür.” (S.64)
“Her şeyin aslı sayılan, dört unsur (hava, toprak, ateş, su) bunlar birer emir kuludur. Bunlar bana karşı, sana karşı ölüdür. Fakat Hakk’la diridirler. (79)”
“(79) İsrâ Sûresi’nin 44. âyetinde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok âyetlerde, göklerde ve yerlerde bulunan her şeyin Allah’ı tesbih ettiği bildirilmektedir. Tesbih için bütün varlıkların diri olması gerekir. Bu günün müsbet ilmi de her maddenin atomunun bir çekirdek etrafında hızla döndüğünü ortaya koymuştur. Canlı olmayan nasıl dönebilir? Mevlevî evradında bulunan şu cümleleri dikkatle okursak bu beyitlerin ifade buyurduğu hakîkat daha iyi anlaşılır: “Allah’ım, gecenin karanlığı, gündüzün aydınlığı, güneşin ışıkları, ayın nûru, suların şırıltıları, ağaçların hışırtısı, gökteki yıldızlar, yeryüzünde topraklar, dağların kayaları, çöllerdeki kumlar, denizlerin dalgaları, denizlerde ve karalarda yaşayan bütün hayvanlar, bütün varlıklar hepsi hepsi seni tesbih etmektedirler.” (S.65)
“Böylece ecel rüzgârı da, âriflere, Yusuf (a.s.)’ın gömleğinin kokusu yahut gül bahçesinden gelen rüzgâr gibi yumuşak, güzel eser.”
“Senin Hakk’ı tesbih edişin, aslında sudan ve topraktan yaratılmış vücudunun bir buharı, bir nefesidir. Ancak, bu nefes gönülden gelince, cennet kuşu gibi kanatlanır, yükselir.”
“Tûr Dağı, Musa (a.s.)’ın nûrundan aşka geldi, oynamaya başladı, olgun bir sûfî oldu, hatadan, noksandan kurtuldu.”
“Dağın aziz bir sûfî olup oynaması şaşılacak bir şey değildir. Mûsâ’nın teni de aslında Tur Dağı gibi toprak değil mi idi?”
“(83) Şeybân-ı Râ’î, İmam Şâfiî ile çağdaşbir veli. Mısır’da yaşamış. Çobanlık yaparmış. İmam Şâfiî bu çoban velinin huzurunda diz çökerek bir talebe gibi oturur, ona sualler sorarmış. Bu duruma hayret edenlere Şâfiî hazretleri; “Ben kitap ilmini biliyorum, O Allah ilmini biliyor.” Dermiş.” (S.67)
“Arslan; “Evet”. Dedi. “Tevekkül doğrudur. Fakat, bir de peygamberlerin ve müminlerin çalışmalarına bak .”
“O mübârek insanlar, türlü cefâlar, mihnetler çektilerse de yılmadılar, Allah, onların uğraşmalarını, didinmelerini boşa çıkarmadı.”
“Onların tedbir ve çare aramaları, her zaman hoş ve latîf oldu; zâten güzelden ne gelirse güzeldir.” (S.69)
“Ey mânâ yolunun isteklisi, ey Hakk âşıkı, gücün yettikçe peygamberlerle, velilerin yolunda bulunmaya çalış.” (S.70)
“Hz. Peygamber efendimiz; ‘Ey tedbir sahibi kişi, bir kere de güvendiğin bir kimseye danış.’ diye buyurdu.”
“Şu üç şey hakkında dudağını az kımıldat: Fikrini, kanaatını, paranı, bir de mezhebini kimseye söyleme.”
“Çünkü bu üç şeyin düşmanı çoktur. Düşman bunları bilince sana pusu kurar.”
“Bir sırrı, bir iki kişiye söyledin mi, artık o sırra veda et. İki kişiyi aşan bütün sırlar, yayılır, gider.” (S. 71)
“Halbuki gönül dili, mahremlik dili, karşılıklı içten anlaşma dili, bambaşka bir dildir. Hiçbir dile benzemez. Gönül birliği, dil birliğinden daha üstündür.” (S.78)
“Allah’ın hükmüne ve takdirine karşı ölü gibi olmak gerek ki, sabahın Rabbi olan Allah’tan bir kahır yarası almıyasın” (S.80)
“Ey işin aslını arayan kişi, şu hakîkatı iyi bil ki, kimde aşk derdi varsa, kimin gözü yaşlı, gönlü yaralı ise o, ilâhî sırlardan koku alır.”
“Kim daha uyanıksa, o daha çok dertlidir. Kim hakîkati daha iyi anlamışsa, onun beti benzi daha çok sararmıştır.” (S.84)
“İnsan oğlunun babası olan Hz. Âdem; “Adları öğretti.” Âyetinin emîridir. Onun her damarında yüzbinlerce ilim vardır.” (104)
“(104) Bakara Sûresi’nin 31. âyetine işâret ediliyor.”
“Ezelde her şeye ne ad verilmişse, Hz. Âdem, onu kendi adı ile bilmiş, hem de o şeyler, sonuna kadar, ne hale gelecekse hepsi ona bildirilmişti.” (S.86)
“Bize göre her şeyin adı, görünüşüne uygundur. Nasıl görünüyorsa, biz ona öyle deriz. Fakat Allah’a göre adlar, onun iç yüzüne, sırrına, hakîkatine tabîdir.”
“Hz. Mûsâ’ya göre elindeki sopanın adı âsâ, Allah’ın nazarında ise ejderhâ idi.”
“Hz. Ömer’in adı, önceleri putperestti. Fakat Elest Âlemi’nde ismi mümindi.”
“Hâsılı ind-i ilâhîde sonumuz ne olacaksa, hakîkatte Allah’ın bize verdiği ad ve sıfat odur.”
“Cenâb-ı Hakk, insana âkibetine, sonuna göre bir ad koyar, onun koyduğu ad, halkın koyduğu muvakkat ad, eğreti ad değildir.”
“Âdem (a.s.)’ın gözü pâk olan basiret nûru ile bakınca, isimlerin rûhu, sırrı, iç yüzü ona belirdi.” (S.87)
“Aradığımız sevgilimiz, canımız, apaçık ortadadır. Ve bize çok yakındır. Bu yüzden onu göremiyoruz, bu yüzden o kaybolup gitmiştir. İnsan da içi su ile dolu, fakat ağzı kuru bir küpe benzer.”
“Aslında, senin kendi gözündeki nûr da, gönlünün nûrunun aksidir. Çünkü, göz nûru, gönüllerin nûrundan meydana gelir.”
“Gönül nûrunun nûru, Allah’ın nûrudur. Allah’ın nûru ise, akıl nûrundan, duygu nûrundan pâktır, tamamıyla ayrıdır.” (S.89)
“Cenâb-ı Hakk, eziyeti, gamı; gönül hoşluğu nedir anlaşılsın diye gönül hoşluğuna zıt olarak yarattı.”
“Gizli şeyler, hep zıtları ile meydana çıkıyor, görülüyor. Cenâb-ı Hakk’ın zıttı olmadığından, o dâimâ görünmeyecek, gizli kalacaktır.”
“Hiç şüphesiz, bizim gözlerimiz O’nu idrâk edemez, kavrayamaz. Fakat O, bizi görüp idrâk eder. Sen bunun sırrını Hz. Mûsâ ile Tûr Dağı vakasından anla. (111)”
“ (111) A’râf Sûresi’nin 143. âyeti ile En’am Sûresi’nin şu meâlde olan 103. âyetine işâret var: “Allah’ı gözler idrâk edemez. O ise gözleri idrâk ve ihâta eder. Allah latîfdir, habîrdir.” (S.90)
“Şu halde, sen her lahzada, bir göz açıp kapamada ölüyor, tekrar diriliyorsun. Hz. Mustafa (s.a.v.) Efendimiz; “Dünya bir andan ibâretttir.” diye buyurdu.”
“Cümle âlem, her an yok olur gider. Sonra tekrar, varlık âlemine dönüp beka şeklinde görünür. Âlemin varlığı, dâima gidip gelmededir. Tek nefes bile bu soyunup giyinmeden hâli değildir.”
“Her nefeste, dünya ve dünyada bulunan her şey yenilenir. Âdetâ, her an ölür ve dirilir. Fakat biz, onu hiç değişiklik olmadan, duruyor görürüz de bu yenilenmeden haberimiz bile olmaz.”
“Bütün bunlara akıl ermez. Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllı olmak, her şeye akıl erdirmek, bu dünya için âfettir.” (S.91)
“Eğer mümin, Allah’ın nûru ile bakmamış olsaydı, bazı gizli halleri, ona nasıl olurdu da apaçık görünürdü?”
“Eğer sen, Allah nûru ile baksaydın, kötülük hususunda başkasını ayıplar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin?” (S.95)
"Hakk yolunda yürüyen kişinin uyanık olması gerekir. Çünkü yol, görünüşte dümdüz ve güzeldir. Fakat altında tuzaklar vardır. Nitekim bu yolda bize kılavuz olacak bir çok tanınmış, parlak isimlerde mânâ kıtlığı, mânâ uymazlığı vardır. Bir çok kişiler, adlarının adamı değildir. Görünüşe kapılmamalıdır. Şunu iyi bilmeli ki:
“Sahte şeyhlerin adları, sözleri tuzaklara benzer. Onların kulağı okşayan, fakat rûhânî olmayan güzel sözleri, ömrümüzün suyunu emen kumdur.”
“Kum gibi ömür suyunu emen, bizi tüketen boş sözler olduğu gibi, içinden âb-ı hayat fışkıran kum da vardır. Bu kum pek az bulunur. Sen git de içinden irfan coşan, ilâhî sırları meydana vuran kumu ara.” (S.96)
“Evlâdım, işte yukarıda anlatılan o kum Allah adamıdır. Allah adamı, kendi benliğinden kopmuş, kendinden ayrı düşmüş, Hakk’a ulaşmıştır.”
“Hikmeti, hakîm olan, ârif olan üstün bir varlıktan iste ki onun feyzi ile sen de gerçeği gören bir kişi olasın.”
“Zamanı gelince, hikmet arayan kişi hikmet kaynağı olur da, artık o, çalışmaktan, sebeplere baş vurmaktan kurtulur.” (S.97)
“Artık, dışta bulunan düşmanla, savaşmaktan dönünce, içteki düşmanla savaşmaya; nefsimi yenmeğe yöneldim.”
“En küçük bir savaştan döndük ama, peygamberle beraber en büyük savaştayız.”
“Şu nefsin Kaf dağını, iğne ile yerinden kaldırabilmek için Hakk’tan güç, kuvvet dilerim, başarı niyâz ederim.”
“Her yaprak, her meyve, kendi tomurcuğunun dili ile ayrı ayrı Allah’a şükreder:
“İhsan, iyilik sahibi Allah, bizim kökümüzü besledi, ağaç da o kökten kuvvet alıp kalınlaştı. Doğrulup yükseldi.” (S.99)
“Su ve toprak içinde mahpus bulunan, yâni balçığa saplanmış kalmış olan canlarımız da balçıktan kurtulunca neşeli bir halde,
“Hakk’ın aşk ve muhabbet havası içinde, neşeli neşeli oynarlar, ayın ondördü gibi noksansız ve tastamam bir hale gelirler.”
“Onların tenleri oynayıp durur, canlarının nasıl olduklarını sorma. Hele cismaniyeti kalmamış, tümden can kesilmiş olanların halinden hiç sorma, onları anlatmaya imkân yoktur.” (S.100)
"Kim Allah’tan korkar ve takva yolunu tutarsa, onu gören cin de, insan da ondan korkar.” (S.101)
“Sonra ona, ince, derin mânâlı sözler söyledi. Nerede olursak olalım, hep bizimle beraber bulunan ve bizim en yakın, en iyi dostumuz olan Allah’ın pak sıfatlarından bahsetmeğe başladı.”
“Elçi, makam ve hali öğrensin diye, ona, Cenâb-ı Hakk’ın Ebdallar hakkındaki iltifat ve ihsanlarını anlattı.”
“Sofilerden hal sahibi olanlar çoktur. Fakat onlar arasında makam sahibi olanlar pek azdır.
“Hz. Ömer elçiye, can menzillerinden haber verdi ve rûhun yolculuklarından bahsetti.”
“Zamanın da ötesinde bulunan zamandan, ululuklarla dopdolu kutluluk makamından ,
“ Can Zümrüd-i Ankasının, şu dünyaya gelmeden önceki hudutsuz uçuşlarından söz açtı.”
“Hz. Ömer dışı yabancı gibi görünen o elçiyi, mânen uyanık ve dost buldu. Onun rûhunun ilâhî sırlara tâlib olduğunu anladı.” (S.102)
“Topraktan yarattığı bedene bir âyet okudu, beden canlandı, can kesildi. Güneşe bir şey dedi, güneş parıl parıl parladı, nûr saçıcı oldu.”
“Eğer sen, can aklının, şüpheye, tereddüde düşmemesini istiyor isen gaflet pamuğunu can kulağına tıkama.”
“Can kulağına, gaflet pamuğu tıkama da, Allah’ın muammâlarını anla; gizli açık, söylediği sözleri idrâk et.” (S.103)
“Can kulağı ile duymak, can gözü ile görmek; bu bizim bildiğimiz işitmek ve görmek duygularından bambaşkadır. Akıl kulağı da his kulağı da bu vahiy ve ilhâmın idrakindan âcizdir, yaya kalmıştır.” (S.104)
“Ekmek sofrada bulundukça cansızdır. Fakat insanın bedenine girince enerji olur, neşeli rûh olur.”
“Sofranın ortasında, kımıldamadan duran ekmeğin can kesilmesine imkân yoktur. Fakat boğazımızdan aşağı gidince hayvânî rûh, onu, selsebil suyu ile yoğurur, onu canlandırır, can haline kor.”
“Ey doğru okuyup, doğru anlayan kişi, ekmeği canlandıran, onu kudret enerjisi haline koyan hayvânî rûhun kuvvetidir; ya canlar canının kuvveti nedir? Nasıl olur, neler yapar? Bir de onu düşün.”
“Eğer “gönül” sır dağarcığının ağzını bir açarsa, can, arşa doğru koşup gitmeye başlar.”
“Eğer, gizli sır, söylenebilseydi, o sırra tahammül edemezdi de bu cihan yanardı.”
“Rum elçisi, Hz. Ömer’den bu sözleri işitince, mânevî bir neşe duydu, gönlü nûrlandı.” (S.105)
“Sözün bir fâidesi yoksa söyleme, eğer varsa, dil uzatmayı bırak da şükretmeğe bak.”
“Allah’a şükretmek, her boynun borcudur. Onunla, bununla kavga etmek, yüzünü ekşitmek kimseye borç değildir.” (S.106)
“Bilgisizlik, yani Allah’ın bizimle beraber olduğunu bilmemek, onun zindanıdır. Bu hali,bu ihsanı bilmek, hissetmek de O’nun bağı bahçesi, köşkü, sarayıdır.” (S.109)
“Bu karma karışık olan dünyada biz kim oluyoruz? Biz birer gölge varlık, birer hiçten ibaretiz. Hiç bir harfle birleşmeyen, hiçbir nokta almayan elif gibiyiz. Bizden zûhur eden her hareket, her hal, O’nun esmâ ve ilâhî sıfatlarının tecellîsidir.”
“Hûlus ile, canla, başla, Kur’ân-ı Kerîm okur, ona sığınırsan, peygamberlerin rûhları ile âşinâlık peyda edersin.”
“Kur’ân okuduğun halde, onun emirlerine uymazsan,Kur’ân’ın ahlâkını yaşamaz isen, sana peygamberleri ve velîleri görmenin ne faydası olur?”
“Peygamberlerin Kur’ân’da bulunan kıssalarını okur, Kur’ân’ın emirlerini yaşarsan, can kuşuna, ten kafesi dar gelmeğe başlar.” (S.110)
“Kafeslerinden kurtulan rûhlar, peygamberlerdir. Onlar Hakk ve hakîkate erdikleri için, insanlara yol göstermeğe lâyık olmuşlardır. Onların sesleri kafeslerin dışından gelir, dinden duyulur.”
“Biz, bu daracık kafesten, diri olan bir velîye bağlanarak dirildik de kurtulduk. O kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi de yoktur.” (S.111)
“Nerede o zayıf ve günahsız kuş ki, onun gönlünde, ordusu ile beraber Süleyman bulunsun.”
“Her an ona Allah’tan yüzlerce mektup, yüzlerce haberci gelsin. Onun bir; “Ya Rabbi!” demesine karşılık, Hakk’tan altmış kerre; “Lebbeyk” (=buyur kulum) nidası ulaşsın.” (S.115)
“Her an da, ona özel bir miraç olsun. Başındaki velîlik tâcının üstüne, yüzlerce tâc konsun.”
“Her ne kadar onun maddî varlığı, cismi yeryüzünde ise de, rûhu mekânsızlık âleminde, hem de Hakk yolcularının vehimlerine bile gelmeyen bir mekânsızlık âleminde uçsun.” (S.116)
“Rûhlar, aslında, aynı yerden geldikleri için, Îsâ nefeslidirler. Bazen nefse uyarlar, yara olurlar. Bazen Hakk’a uyarlar, dertlere devâ, yaralara merhem kesilirler.”
“Rûhlar, nefsânî arzulardan kurtulsalardı, günah perdelerini yırtsalardı her rûhun sözü, Îsâ nefesi gibi diriltici olurdu.” (S.118)
“Âdem (a.s.) yeryüzüne ağlamak, feryâd etmek, inlemek, mahzûn olmak için geldi.”
“Eğer sen de Âdemoğlu isen, onun soyundan geldinse, onun gibi özür dile, onun yolunda ol.”
“İnsanın nûrunu, kemalini artıran lokma, helâl kazanç ile elde edilen lokmadır.”
“Haram lokma ise, kandilimize konunca, kandili söndüren yağa benzer. Sen ona yağ değil su adını koy, çünkü ışığımızı söndürüyor.”
“Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helâl lokmadan meydana gelir.”
“Bir lokmadan hased, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o lokmanın haram olduğunu bil.”
“Lokma tohumdur. Düşünceler onun mahsûlüdür. Lokma denizdir, incileri fikirlerdir.”
“Ağıza alınan helâl lokmadan, Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar.” (S.120)
“İnsan-ı kâmilin, kâinatın merkezi ve göz bebeği olduğu hakîkatinin tamamını söylemeyeceğim . Çünkü merkezin sahibi olan peygamberler, bunu men etmişlerdir.”
“O kâmil insan, her gece, yüz binlerce iyi kötü hatıraları gönüllerden sürüp çıkarır.” (S.121)
“Sanatlar da, huylar da uykudan uyanınca koşa koşa gelirler, sahiblerini bulurlar.”
“Haber götüren güvercinler gibi, beden şehirlerinden uçar giderler, ötelere mektuplar götürürler. Sonra dönerler, kendi şehirlerine gelirler.” (S.122)
“Ey teni uğruna canını yakan, ey nefsânî arzuları için canını veren kişi! Sen canı yaktın da, bedeni aydınlattın, neşeler verdin. Sen ebedî saâdeti, rûhanî zevki fânî olan ten zevkine fedâ ettin.” (S.123)
“Kimi âşık görürsen, bil ki o, ma’şûktur. Yani seven kişi aynı zamanda sevgilidir. Çünkü seven kişi, bir bakımdan âşık ise, bir bakımdan da ma’şûktur.”
“Bu dünyada, susamış kişilerin su aradıkları gibi, su da, dünyada susamışları arar.”
“Madem ki âşık odur, sen artık sus. Madem o sana gizli sır söylemek için kulağını kendine doğru çekerse, sen de kulaktan ibaret ol.”
“Ey dost, âşıkların hayatı ölmektedir. Gönül vermeyince, sen gönül bulamazsın.” (S.124)
“Her kulağın duymaması için, ledün sırlarına âit sözlerden yüzde birini söyleyeceğim.”
“Can namazının mihrabı, Vahdet-i Mutlak olan ve hakîkatlerin hakîkatini kalp gözü ile gören bir kişinin zâhiri ve taklidî iman tarafına gitmesi bir kusur sayılır.”
“Allah, kendisinden başkasına gönül verenleri, bilhassa dünya sevgisine kapılanları kıskanır. Kıskançlık O’nun şânındandır. Bu sebeple kıskançlıkların aslı Allah’tandır. Bütün insanların kıskançlığı Allah’ın kıskançlığının bir cüz’üdür.”
“Aynü’l-Kuzât-ı Hemadanî, Zübdetü’l-Hakayık adlı kitabında: “Eğer mezhebi bir kişiyi Hakk’a ulaştırırsa o kişi müslümandır. Eğer mezhebi onu Hakk’tan haberdar etmezse o yol, küfürden de beterdir” der. Ben beni Hakk’a götürmeyen mezhebi ateşe verir yakarım. Allah’ım, benim için mezheb Senin aşkındır. Ne zamana kadar aşkını gönlümde gizleyeceğim? Benim arzum ne dindir, ne de mezheb. Ben Senin yolunu, ben Seni istiyorum Allah’ım”der.” (S.125)
“Ey rûh, biz ve ben kaydından kurtulmuş olan, ey erkekte de, kadında da söze sığmaz, gözle görülmez, latîf rûh!.”
“Erkek, kadın vahdette bir olunca, o bir olan sensin. Adetleri meydana getiren binler yok olunca, kalan bir yine sensin.” (S.126)
“Ey yarattıklarına bol ikramlarda bulunan Allah, doğudan yüz gösteren her sabah vakti, seni, durmaksızın akan bir nûr çeşmesi olan güneş gibi coşmuş, kâinâta ihsanlar, lûtuflar dağıtır bir halde bulur.” (S.127)
“Kim güzelliğini mezâda çıkarırsa, şöhret peşinde koşarsa, başına yüzlerce belâ gelir, yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.” (S.128)
“Allah’ın lûtfuna kaçmalı, ona sığınmalı, çünkü O, rûhlara binlerce lûtuflarda bulunmuştur.”
“Ten, kafes şeklindedir. Fakat, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların aldatışları yüzünden, bu ten, rûhu hırpalayan bir diken olur.” (164)
(164) Rûh, ezelde, rûh âleminde çok mutlu idi. Oradan ayrı düşüp yeryüzünde topraktan yaratılmış olan bedene haps edilince çok muztarip oldu. Güzelller güzeli sevgiliden ayrı düşmesi, sonra ten hapsine girmesi onu perişan etmiştir. Bu acılar yetmiyormuş gibi yeryüzünde mahpusluk hayatını sürdürürken, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların söyledikleri bazı sözler, hevayî meşreb ve cismânî zevklere düşkün olan teni şımartmıştır. Ve ten, benliğe kapılarak rûhu hırpalamaktadır.” (S.129)
“Seni öven, göklere çıkaran kişi, halk arasında kusurlarını söylerse, seni kınarsa, o kınayışın ateşinden gönlün günlerce kanar.”
“Gerçi o, sende umduğunu elde edemediği için aleyhinde bulunur. Sen bunu bildiğin halde...”
“Nefis çok övülme yüzünden firavunlaştı. Sen, alçak gönüllü ol; hor, hakîr ol; ululuk taslama.” (S.130)
“Aman ya Rabbî! Her an yokluk âleminden, varlık âlemine katar katar yüzbinlerce kervanlar gelir durur.” (S.132)
“Başını koydu yattı, uykuya daldı, bir rüyâ gördü: Rüyâsında Hakk tarafından bir ses geldi. Bu sei, rûhu işitti.”
“O ses, dünyada duyulan her güzel sesin, her nağmenin aslıdır, ses ancak odur. Başka seslerin hepsi de, o mübârek sesin yankısıdır.”
“Türk de, Kürt de, Farsça söyleyen de, Arapça söyleyen de o sesi, kulaksız ve dudaksız, duymuş, anlamıştır”
“Türk, Tâcik, Zenci şöyle dursun, o sesi, ağaçlar, taşlar bile anlamıştır.” (S.135)
“Her an, Allah’tan; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sesi gelip duruyor, varlıkların asılları olan “cevherler” ve teferruatı sayılan “a’raz”da bu sese evet diyorlar ve bu sesten var oluyorlar.”
“Her ne kadar, cevherlerden ve a’razdan gelen “evet” cevabı duyulmuyorsa da, onların yokluktan varlık âlemine gelmeleri hali “evet” demektir.” (S.136)
“Ancak, ermişlerin, azizlerin göğüslerinden taşan mübârek seslerdir ki, İsrâfil’in suru gibi dirilticidir, ebedîdir.”
“Onların gönülleri öyle bir gönüldür ki, gönüller, onların yüzünden mest olmuştur. Onların yoklukları öyle bir yokluktur ki, bizim varlıklarımız, onların yokluğundan var olmuştur.” (165)
(165) Velîler, gölge varlıklarından kurtuldukları ve yokluk mertebesine erdikleri için, tam mânâsıyla Hakk’ın tecellîsine mazhar olmuşlardır. Bizler de kendi mânevî varlıklarımızı onların nûru ile, onların lûtuf ve ihsanıyla idrâk edebilmekteyiz. Bu ermişlerin yokluğu sayesindedir ki, mânevî varlığımızın zevkini ve mânâsını tanımış olduk. Bir bakıma da velîler yoklukta var olmuşlardır.”
“Onların gönülleri her düşünceyi, her sesi kendine çeker; ilhamın, vahyin ve sırrın lezzeti de onlardır.”
“Eğer velîlerin gönül nağmelerinden birazcık söylersem, çürümüş bedenlerdeki
canlar, mezarlarından baş kaldırırlar.” (S.140)
“Allah’ın sesi, ister perde ardından gelsin, ister perdesiz gelsin... Kâmil insanın gönlüne, Hz. Meryem’in yakasından üflemek sûretiyle verilmiş feyzi ihsan eder. (167)
(167) Şûra Sûresi’nin şu meâldeki 51. âyetine işâret edilmektedir: “Allah, bir insanla karşılıklı konuşmaz. Ancak vahiy ile kulunun gönlüne dilediği düşünceyi doğurarak, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder.” Yine bu beyitte Meryem Sûresi’nin 16-21. âyetlerine işâret vardır.”
“Cenâb-ı Hakk, Hz.Âdem’e, kendi esmâ ve sıfatını bizzat gösterdi ve bildirdi. Başkalarına ise, o esmâyı Âdem vasıtasıyla açığa vurdu.” (S.141)
“Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz; “Benim yüzümü görenler, beni görmüş olanları görenler ne mutlu kişilerdir.” diye buyurmuştur.”
“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Hakk’ın esintileri, güzel, temiz kokuları, mânevî lûtufları, ihsanları, feyizleri, bu günlerde olduğu gibi, dünya durdukça vakit vakit eser durur.”
“Bu vakitlere kulak verin; aklınız, fikriniz onlarda olsun da o güzel kokuları duyun; o lûtufları, feyizleri kaçırmayın.” (S.142)
“İnsanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmiyene, ayıplar olsun. Gayb âleminden gelen temiz rûh, aynı yerden gelen kardeşlerde, nasıl olur da ayıp görür?”
“Bu hale gelmiş velîlere düşman olanların canları ise, tamamen şekilden, cisimden ibârettir. O tavla oyunundan kırık pul gibi sadece bir addan başka bir şey değildir.” (S.144)
“Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Ey ashabım, ey benim dostlarım, sakın ilkbahar serinliğinden ürkerek, bedenlerinizi örtmeyin...”
“Çünkü, ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı te’siri bedenlerinize de, canlarınıza da yapar.”
“Fakat sonbahar soğuğundan kaçının, çünkü, sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar.”
“Bu hadisi rivâyet edenler, mânâsını zâhire, görünüşe göre vermişler; bunu da yeter bulmuşlardır.”
“Bu kişilerin, candan, hadisin rûhundan haberleri yoktur. Onlar hadisin dışında kalmışlar, içine girememişlerdir. Onlar, dağı görmüşler de, dağdaki ma’deni görememişlerdir.” (S.148)
“Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun; velîlerin sözlerini dinlemekten örtünüp kaçınma; onlara kulak ver; o sözler, dinine destek olur.” (S.149)
“Allah’ı inkâr edenler derler ki: “Bu hal, yâni ağaçların yapraklarının dökülmesi, sonra tekrar yapraklanması, eskiden beri olagelen tabiî bir haldir. Bunu, ne diye kerem sahibi Allah yarattı diyelim?”
“Onlar, rûhlarını uyandıracak hakîkatleri dinlememek için, kendilerini işe güce vermiş meşgul bir halde gösterirler, evliyânın yüzlerindeki nûra sırt çevirirler, şimşek parıltısına karşı gözlerini yumarlar.” (S.150)
“Allah insana aklı, fikri, kıyas, delil asasını, hakkı, hakîkati bulsun diye verdi. İnsan, onu başka türlü kullanmaya başladı. Öfkeye kapıldı da, o asayı kendisine verene vurdu.”
“Sana delil ve kıyas asasını veren Hakk’ın hidâyet eteğine sarıl; tam teslimiyetle Ona itaat ve kullukta bulun; baksana Hz. Âdem istidlâli kendisine asa yaptığı için isyana düştü. Başına neler geldi.”
“Bu manevî hakîkatlerin lezzeti, akla aykırı olmasaydı, bunca mu’cizeye ihtiyaç olur mu idi?”
“Akıl, akla uygun olan her şeyi sağa sola çekmeden, mu’cizeye ihtiyac duymadan kabul eder.” (S.153)
“Hakk’ın emrini, Hakk’a ulaşmış bir kâmilden sor, öğren; çünkü her gönül, Hakk’ın emrini anlamaz ki.” (S.155)
Bir bedevî ile karısının hikâyesi
“Böylece, sivrisinekten tut da file kadar, bütün mahlûkat, Allah’ın âilesi sayılır. Allah da ne güzel bir âile reisidir!”
“Gönüllerimizde bulunan ve bizi rahatsız eden gamlar, kederler, ümitsizlikler, hep bizim varlığımızın tama’ tozundan, hırs dumanından meydana gelir.” (S.157)
“Bu bizi kökümüzden söküp atan gamlar, ümitsizlikler ömrümüzün orağıdır. Bu böyle oldu, şu şöyle oldu demeler, böyle düşünmeler, şeytanın gönlümüze düşürdüğü vesveseler, kuruntulardır.”
“Sen, bizim eşimizsin; eş olan kişinin, eşinin huyu ile huylanması gerek ki işler, yolunda gitsin.”
“Eşlerin birbirine benzemesi gerek, ayakkabı ve mest gibi çift olan şeylere bak da bunu anla.”
“Ayakkabının bir teki, ayağa dar gelince, öbürü de senin işine yaramaz.”
“Bir kapının iki kanadından birinin büyük, öbürünün küçük olduğunu gördün mü? Ormandaki arslana, bir kurdun eş olduğu görülmüş müdür?” (S.158)
“Adam karısına; “Hanım!” dedi. “Sen kadın mısın? Yoksa hüzün ve keder kumkuması mı? Ben, yoksullukla övünürüm. Yoksulluk, benim başımın tâcıdır, onu başıma kakma...”
“Yoksulluk, dervişlerin yoksulluğu senin anlıyacağın yoksulluk değildir. Bu sebeple yoksulluğa hor bakma.”
“Çünkü yoksulların mülkün, malın ötesinde, Celâl sâhibi olan Hak’tan, başka türlü, pek büyük mânevî rızıkları vardır.” (S. 160)
“Allah, miski, boş yere güzel kokulu bir hale getirmedi. O güzel kokuyu, burnu koku alamayan için yaratmadı.”
“Allah yeri, göğü yarattı ve aralarında bir çok nûr ve nar uyandırdı.”
“Allah, şu yeri, yerdekiler, toprağa mensup olanlar için; göğü de, göktekilere, göklere mensup olanlar için yaratmıştır.”
“Bu yüzdendir ki, süflî olan aşağılık kişi ulvîliğin, yüceliğin düşmanı, olur. Her mekânın, her yerin isteklisi, davranışları ile kendini belli eder.” (S.161)
“Güzel yüzü ile, edası ile erkeği kendine esir eden kadın, bir de tutar, kulluğa yönelirse, sevgisini açığa vurursa, seven ne hale gelir?
“Güzelliğinin ihtişamı ile seni heyecana düşüren, kibirden, yüreğini, tir tir titreten o güzel, senin karşında ağlamaya başlarsa ne hale girersin?”
“ “İnsanlar için süslenmiştir.” Âyeti gereğince, Allah’ın süslediği, güzel yarattığı kadından nasıl kaçılır?” (181)
(181) Âl-i İmran Sûresi’nin şu meâlde başlayan 14. âyetine işâret vardır: “Kadınlar, insanlar için süslendi, onlara güzel gösterildi.”
“Allah, kadını erkek onunla huzura kavuşsun, rahatlasın, ona eş olsun diye yarattı, Hz. Âdem nasıl olur da Hz. Havva’dan ayrılabilir?”
“Erkek, yiğitlikte Zaloğlu Rüstem olsa, kahramanlıkta Hz. Hamza’yı bile geçse, kendi kadınının esiridir.”
“Mübârek sözleri ile cümle âlemi mest eden Hz. Muhammed bile, Hz. Âişe’ye “Ey penbe beyaz kadın, ey Humeyra, bana birşeyler söyle de beni rahatlat.” diye buyururdu.”
“Hz. Peygember (s.a.v.) buyurdu ki: “Kadın, akıllı kişilere ve gönül ehline fazlasıyla galip olur.
“Cahil kişiler de kadına galip gelirler. Çünkü onlar, pek sert, pek kaba kişilerdir.”
“Cahil ve kaba erkeklerde, incelik, lûtuf, sevgi azdır. Çünkü onların yaratılışlarında hayvanlık sıfatı üstündür.”
“Sevgi, incelik, acımak insanlık huyudur, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet ise hayvanlık huyudur, hayvanlık sıfatıdır.” (S.164)
“Şanı ve kudreti pek yüce olan Allah, gizli bir hazine idi. Güzelliğinden, büyüklüğünden, hadsiz hesapsız dolgunluğundan ötürü gayb perdesini yırttı. Ve kara topraktan ibâret olan şu dünyayı sayısız varlıklarla, güzelliklerle, hesapsız nimetlerle doldurdu da göklerden daha parlak bir hale getirdi.”
“Gerçekten de Allah gizli bir hazine iken bilinmek istedi. Güzelliklerle dopdolu olduğundan coşup taştı ve toprağı atlaslar giyinmiş bir sultan gibi süsledi, donattı.” (S.170)
“Ey yeri, yurdu tuzlu su çeşmesinin başı olan kişi, sen Ceyhun’u, Şatt’ı Fırat’ı ne bilirsin? Ey bu fânî dünyadan ve onun zevklerinden kurtulamayan zavallı, sen yokluğu mânâ sarhoşluğunu, rûh neşesini ne bilirsin?” (S.173)
“Hakk’ın has kullarından baş çeker, uzaklaşırsan , bil ki, onlar senin varlığından bıkmışlardır, usanmışlardır.”
“(188) Zümer Sûresi’nin şu meâldeki 53. âyetine işâret edilmektedir: “Habibim, de ki: “Ey bir çok günahlar işleyerek nefislerini harcayan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin, Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (S. 176)
“Allah’ın velîleri, aklın da aklıdır. Bütün akılları ise develer gibi, başlangıcından katarın sonuna kadar hep onların kontrolü altındadır.”
“Onlara ibret gözü ile bak da anla ki, yüzbinlerce cana bir velî kılavuzluk etmektedir.”
“Mürşide, yol göstericiye karşı içinde bir şüphe ve tereddüt uyandı ise, doğru bir yol seçebilmek endişesi ile bu tereddüt ve şüphe, sana Allah’ın rahmeti, lûtfu ve ihsanıdır.” (S. 177)
“Sâlih’in devesi, sâlih kişilerin, temiz insanların bedenlerine benzer. Sâlih kişiler kötülerin, azgınların halâki için birer tuzaktır.”
“Hz.Sâlih’in, “Deveye dokunmayınız, su içmesine engel olmayınız.” Demesini dinlememeleri, Semud kavmini ne dertlere uğrattı. Nasıl helâk etti.”
“Hakk’ın kahrının memuru, bir devenin kan pahası olarak, onlardan bütün bir şehir istedi.”
“Sâlih’in rûhu incitilemez. Allah’ın nûru, kâfirlere mağlup olmaz.”
“Cenâb-ı Hakk, gizlice insanla, insan cismiyle ilgilendi, ona yakın oldu ki, kötü kişiler onu incitsinler de, Hakk’ın imtihanını görsünler.” (191) (S.178)
(191) Bu beyit üzerinde çok düşünmek gerek. Bazıları bu beyti; “Cenâb-ı Hakk, rûhu gizlice bedenle birleştirmiştir.” diye tercüme etmişlerdir. Halbuki beytin aslında “rûh” kelimesi yok, “Hakk” kelimesi var. Bundan sonra gelen beyit, bu beyiti tamamlamaktadır: “İnsanı inciten kişi, Hakk’ı incitmiş olur.” denmektedir.” (S.178-179)
“İnsanı inciten kişinin, Allah’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hakk ırmağının suyu ile birleşmiştir.” (S.179)
“O, yani sahte derviş, yemek içmek için Hakk’a âşıktır. Yoksa rûhu, Allah’ın mânevî güzelliğinin hüsn ü cemâlinin âşıkı değildir.”
“O kendisini Allah’ın zâtına âşık vehmetse bile, onun vehmi aslında esmâ ve sıfatın verdiği vehimdir.”
“Vehim vasıflardan, hadlerden doğar; Allah ise hiç kimseden doğmamış ve doğurmamıştır.” (S.180)
“Mânâ kapısını çalarsan sana açarlar. Düşünce kanadını çırpar, uçmaya çalışırsan, seni bir doğan haline getirirler.” (S.183)
“İmanlı bir kişi, bir yerde altın bir put bulsa, onu puta tapanlar alsın diye bırakır gider mi?”
“Onu alır, ateşe atar eritir, onun eğreti olan putluk şeklini değiştirir.”
“Böylece de altındaki put şekli kalmaz. Çünkü şekil, sûret mânâyı arayanlara engel olur ve yollarını vurur.”
“Eğer tamamiyle zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa sabret. Çünkü sabır, rahatlığın, genişliğin anahtarıdır.”
“Düşüncelerden sakın. İnsanın gönlü ormana benzer; ormanda arslan gibi de, yaban eşeği gibi de düşünceler bulunur.” (S.184)
“Fakat baştan aşağa gül gibi ve süsen çiçeği gibi güzel ve hoş olan kişi için bahar, görür ve gösterir iki gözdür.”
“Mânâsız ve faydasız olan diken, gül bitirmediğinden, gül bahçesinde yan gelip oturmak için güz mevsimini ister.”
“Güz mevsimini ister ki, o mevsim, gülün güzelliğini örtsün, gizlesin de kendinin çirkinliğini, ayıbını kimseye göstermesin; böylece sen ne bu gülün rengini, güzelliğini görürsün, ne de dikenin çirkinliğini.” (S.186)
“Yol bilen pîrin hallerini yaz. Bir pîr seç, onu mânâ yolunun tâ kendisi bil.”
“Pîr yaz mevsimi gibidir. Halk ise güz ayı. Halk gecedir, pîr ise nûrlar saçan ay.”
“Ey Hakk yolunun yolcusu, kendine pîr seç; çünkü bu yolculukta pîrsiz olursan, pek büyük âfetler, korkular, tehlikeler vardır.”
“Çok defa geçtiğin bu yolda bile kılavuzsuz gidersen şaşırır kalırsın.”
“Ya hiç görmediğin bir yolda ne olursun? Aklını başına al da, kılavuzsuz olarak yola düşme.” (S.187)
“Yâ Ali, Allah yolunda yapılan taatlar, ibâdetler içinden sen, Hakk’ın has kulu, bir kâmilin gölgesinde bulunmayı seç...”
“Şu dünyada, herkes bir çeşit ibâdete sarılmış, kendisine bir kurtuluş yolu aramıştır.”
“Sen git de, akıllı ve kâmil bir kişinin gölgesine sığın da, gizli gizli savaşan, sinsi bir düşman olan nefsin elinden kurtul.”
“Ey Hakk yolunun yolcusu, pîri bulunca, aklını başına al da, ona teslim ol; Mûsâ Peygamber gibi, Hızır’ın buyruğu altına gir.”
“İki yüzlülük etme, Hızır’ın yaptığı işlere sabret ki, Hızır sana ; “Artık ayrılık zamanı geldi, git.” demesin.”
“Gemiyi delerse, delsin hiçbir söyleme, çocuğu öldürürse öldürsün sen bu işe üzülme, saçını başını yolma.”
“Allah, onun eline; “Kendi elim.” dedi. Allah’ın eli, onların ellerinden üstündür hükmünü verdi.” (205)
“ (205) Fetih Sûresi’nin 10. âyetine işâret var.” (S. 189)
“Bu yolu, mürşidsiz, yalnız aşan da var. Bu pek azdır. Ama bu da yine pîrin himmeti ile olur.
“Pîrin eli, gâiblere yetişmeyecek kadar kısa değildir. Elini tutmayanlara da elini uzatır, onun eli Allah’ın kudret eli sayılır.”
“Elinden tutmayanlara, huzurunda bulunmayanlara bile, böyle mânâ elbiseleri giydirirse, şüphe yok ki, huzurunda bulunanlar, bulunmayanlardan karlı çıkarlar.”
“Huzurunda bulunmayanlara bile yiyecekler verirse, konuklarının önüne ne nimetler koyarlar.”
“Pîri seçince, tahammülsüz olma, balçık gibi uyuşukluk gösterme.” (S.190)
“Varlıktan kurtulmuş olnlara, gökyüzü de secde eder. Güneş de, Ay da.”
“Kimin bedenindeki kâfir nefis öldü ise, güneş de onun buyruğuna girer, bulut da...”
“Gönlünde ilâhî aşk ateşini uyandıran ve çevresini aydınlatmayı öğrenen kişiyi artık güneş bile yakamaz.” (S.191)
“Rûh, şimdi bedenle yoldaş olmuştur. Rûhu, beden korumaktadır. Bir zaman için köpek de, kapı eşiğinde bekçilik etmiştir.”
“Sırların arslanı, emîri olan kişi, gönülden geçenleri bilir.”
“Ey düşüncelere dalmayı âdet edinen gönül, kendine gel de, ermiş bir kişinin yanında gönlüne kötü bir düşünce getirme.”
“O senin gönlünden geçenleri bilir, yine de konuşmasına devam eder. İçinden geçenleri anladığını gizlemek için senin yüzüne güler.” (S.193)
“Şu halde Allah’a şükürler olsun ki, bizi bizden önce gelip helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.”
“Getirdi de, Cenâb-ı Hakk’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçenlere ne cezalar verdiğini, duyduk öğrendik.” (S.195)
"O Hakk Peygamberi, o gerçek peygamber, bu yüzden hadisinde bize; “Ümmet-i merhûme.” (=Allah’ın merhametine, acımasına lâyık olmuş ümmet) diye buyurdu.”
“Allah’ın zâtından başka her şey fânîdir. Mademki O’nun zâtında yok olmamışsın , artık varlık arama.”
“Kim bizim zâtımızda, hakîkatimizda yok olursa, “yok olmak”tan kurtulur, beka bulur.”
“Çünkü o “illâ”dadır. “lâ”dan geçmiştir. Makamı “illâ”da olanlar ise yok olup gitmez, yâni Hakk’ta fânî olamaz” (S.196)
“Göklerde ve yerde bulunanlar, her şeyi O’ndan isterler. Çünkü tüm varlıklarını O’na borçludurlar. Cenâb-ı Hakk, her gün, her an yeni bir iştedir. “Kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür. Bir hali giderir, başka haller getirir.” Âyetini oku da, Allah’ı kesinlikle işsiz, güçsüz sanma.”
“Onun en hafif, en küçük işi, her gün bu dünyaya üç ordu yollamasıdır.”
“Bir orduyu, doğacak çocukların döllenmesi için babaların bellerinden anaların rahmine gönderir.”
“Bir ordu da, dünya erkek ve dişilerle dolsun diye, rahimlerden yer yüzüne gönderdiği çocuklar ordusudur.”
“Cenâb-ı Hakk bir orduyu da herkes yaptıklarının karşılığını görsün diye yer yüzünden, ötelere, ecel tarafına gönderir.”
“Her peygamberin, her velînin ayrı bir mesleği, ayrı bir meşrebi vardır. Ayrı bir yolu, yordamı vardır. Fakat hepsi de kendilerine gönül verenleri Hakk’a götürdükleri için, hepsi de bir yolda, hepsi de Hakk yolundadır.” (S.198)
“Dinleyicileri uyku bastıracak olursa, söz değirmenin taşlarını su götürür.”
“Bu suyun akışı, değirmen için değildir. Çünkü, suyun asıl yolu, değirmenin ötesindedir. Bu su, değirmene sizin için gitmektedir.”
"Ey birader, sen ancak bir düşünceden ve fikirden ibaretsin. Üst tarafın kemik ve A’sab sinir ve adalât (kas) ve elyaftan (insan ve hayvanda adaleleri meydana getiren ince lifler) ibarettir." Mevlâna
Yorum Gönder Blogger Facebook
DİKKAT!
İfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
:) (: :)) :(( =)) =D> :D :P :-O :-? :-SS :-t [-( @-) b-(