Dogmatizm nedir? (Felsefe Akımları)
Doğru Bilginin İmkanı (Dogmatizm) Çeşitli dogmalar ve asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayışa dogmatizm denir. Temelde skolastik bir anlayıştır, modern çağda değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları adlandırır. Zira kendi fikir ve iddiasının mutlak doğru olduğunu ileri süren her kişi veya sistem dogmatiktir. Özellikle metafizik öğretilerin tümü inakçı (dogmatik) öğretilerdir. Bir başka izah ile dogmatizm, aklın kesin ve mutlak bir değere sahip olduğunu böylece mutlak bilgi ve varlığa (hakikate) ulaşılabileceğini ve bunun sonucu olarak da bilginin metafiziğinin mümkün olduğunu ileri süren felsefi akımdır. Latince bir kelime olan dogma, bir din ya da felsefe doktrinine temel olan görüş, ve inanış demektir. Kelime genellikle, sözü kesin kanıt ve senet kabul edilen bir kimse tarafından bas­kı yoluyla kabul ettirilen, her türlü araştırma ve eleştirinin üstünde tutulan görüş ve düşünce anlamında kullanılır. Dogmatizm ise, dogmacılık, yani kendi görüş ve düşüncesini herhangi bir kanıl ileri sürmeye gerek duymaksızın kesin doğru kabul etme veya güven duyduğu kimseler böyle kabul ediyor diyerek, onların görüş ve öğretilerini güvenle savunma öğretişidir. Başka söyleyişle değişmeyen inanışları benimseyerek insan bilgisinin kesin hakikatlere ulaşabileceğini, buna bağlı olarak aklın mutlak bir değeri bulunduğunu, böylece bilginin ve metafiziğin mümkün olduğunu ileri süren felsefi bir anlayışın adı olmaktadır. Kant bunu, saf aklın kendi gücünü eleştirmeksizin tuttuğu yol olarak görmektedir. Genel anlamda düşüncenin özgürlüğünü ve bağımsızlığını sınırlayan ve hatta ortadan kaldıran her türlü düşünme biçimine dogmatizm adı verilir. Dogmatizm'e göre bilginin bir sorun olarak ortaya çıkmaması, onun bilginin mahiyeti hakkında eksik bîr anlayışı olmasındandır. Kant'a göre dogmatizm, insan aklının metafizik yapıp yapmamak konusundaki yeteneğini önceden araştırmadan metafizik yapan görüştür. Dolayısıyla yeni dönemin Kant'tan önceki sistemleri bu anlamda dogmatizmdir. Fakat bu, o sistemlerin her türlü bilgi teorisi düşüncesinden yoksun bulundukları ve temel olarak bilgi problemini bile henüz hissetmedikleri anlamına gelmez. Descartes ve Leibniz'in bilgi teorisi tartışmaları bunu gösterir. Onun için burada genel ve esaslı bir dogmatizmden değil, özel bir dogmatizmden söz edilebilir: Mantıkî değil, metafizik bir dogmatizm söz konusudur. Düşüncenin doğuşu ile birlikte Rasyonalizm, Empirizm, Kritisizm, Entüisyonizm, Pozitivizm, Analitik Felsefe, Pragmatizm ve Fenomenoloji gibi düşünce akımları doğru bilginin olabileceğini savunmuşlardır. 
Rasyonalizm (Akılcılık) nedir? (Felsefe akımları)
Rasyonalist filozoflara göre genel bilgi kavramı vardır ve bilginin kaynağı akıldır. Sokartes, Platon, Aristoteles, Farabi, Descarets, Leibnis ve Hegel rasyonalist filozoflara örnek gösterilebilir. Sokrates’in görüşleri Sofistlerin felsefesinden etkilenen Sokrates, insan bilgisinin doğuştan geldiği düşüncesini savunmaktadır. Bunu kanıtlamak amacıyla hiç matematik bilmeyen köleye konuşma esasına dayanan sanatını kullanıp geometri problemini çözdürür. Platon (Eflatun) ‘un görüşleri Platon’un düşüncesine göre ise iki türlü evren vardır. Bunlardan ilki idealar (gerçekler) diğeri ise duyular (görünüşlerdir)dır. Birinci idealar evren görünüşüne göre evreni akıl ve duyularla kavrarız. Gerçek evrenin gölgesi, görüntüsü ve yansımasıdır. Aristoteles’in görüşleri Aristoteles Platon’un öğrencisidir. Fakat bu konuda hocasına katılmamaktadır. Aristoteles’e göre evren idealar bilgisine göre değil mantığa göre işler. Aristoteles ayrıca tümdengelim (dedüksiyon) esasına dayanarak bir çıkarım açıklamıştır. Farabi’nin görüşleri İslam felsefesinin kurucusu olan Farabi, Platon’un görüşlerinden etkilenmiştir. Fakat Aristoteles’in geleneğine bağlı kalarak ortaya üç tür bilgi olduğu konusunda bir düşünce akımı geliştirmiştir. 1 – İlk bilgiler : Doğruluğu herkes tarafından kabul gören, diğer tür bilgilere ulaşmak için referans kabul edilen bilgilerdir. 2 – Duyulara ve mantıksal çıkarım bilgileri: Doğruluğundan kesin olarak emin olunamayan bilgilerdir. 3- Tasdiki bilgiler: Doğrulukları deneyle kanıtlanmış “akla” dayalı bilgilerdir. Descartes(Dekart)’ın görüşleri Yeniçağda rasyonalizmin kurucusudur. Descartes aynı zamanda ünlü bir matematikçidir. Bu nedenle düşünce sisteminin temelini matematiğin temeli üzerine oturtmuştur. Descartes bilginin her türlüsüne ulaşılabileceğini ve “Var olmasaydık şüphe edemezdik”, “Şüphe etmek düşünmektir”, ” Düşünmek ise var olmayı gerektirir” görüşlerini savunmaktadır. Ünlü “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözü Descartes’e aitdir. Hegel’in görüşleri Hegel der ki: “İnsan düşüncesini ve bilinçsiz doğayı idar eder fakat asıl olan Akıldır.” Düşünmek ise araştırılan ve bilgisini elde etmek istenen ” nesnenin özgünü bilmek ” faaliyetidir. 
Empirizm (Deneycilik) nedir? (Felsefe akımları)
Genel geçerli bilginin varlığın kabul eden ve bu bilginin kaynağınn deney olduğunu ileri süren felsefi sisteme Epirizm yani Deneycilik denir. Bu görüşü savunan kişiler John Locke, David Hume, Herbert Spencer’dir. John Locke’nin görüşleri Locke, akılda doğuştan hiç bir bilginin bulunmadığını dile getirir. John Locke bütün bilgilerimizin kaynağı yaşadığımız hayattaki deney ve gözlemlerden ibaret olduğunu savunmuştur. John Locke bu deney ve gözlem şekillerini ikiye ayırmıştır. 
1. Dışa ait gözlemler: Bu tür gözlemler duyu organlarımız olan görme , işitme, dokunma, koklama ve tatma aracığıyla sağlanır. 
2. Düşünce bazlı gözlemler: Kendi varlığımız içerisinde düşünerek elde ettiğimiz bilgilerdir. Düşünerek elde edilir. 
David Hume’nin görüşleri David Hume varolan bilgileri iki şekilde ayırt eder. 
1. Fikirler ve düşünecler ile bize geçenler: daha çok silik ve zayıf algı biçimidir. 
2. İzlenimler: Şiddeti daha fazla olan ve hayatımızda kolay kolay geçmeyen algılardır. Bu tür olayları yaşayarak sağlanır. Örneğin ısının zararlı olduğunu ancak elimizin yandığında tam olarak hissederiz. Condillac’ın görüşleri Deneyci felsefenin Fransa temsilcisidir. Locke’tan farklı olarak Empirizmi biraz daha duyumculuk yönüne kaydırmıştır. Bilgilerimizin kaynağını yalnızca duyu organlarımızın faaliyetine bağlamıştır. Herbery Spencer’in görüşleri Bir Evrimci ve bilim insanı, filozof olarak tanınan Spencer bu yaklaşımını deneyci görüşüne de aktarmıştır. Spencer bilgilerimizin kaynağını deneyin yanında “kalıtımdan gelen unsurlar” un da bilgilerde önemli bir ro oynadığını söylemiştir.

 Kritisizm (Tenkitçi Düşünüş) (Eleştiricilik) nedir? (Felsefe Akımları)
Gerçek bilginin asla mutlak olmayacağını savunan düşünüşe krisizm denir. Mutlak bilgi vardır’ı savunan dogmatik filozofları uzlaştırmaya çalışır. Bu düşünceye göre hiçbir bilgiyi tartışmadan “sözgeçten geçirmeden” kabul etmek doğru değildir. Yani gerçeğe bilmeyi çalışmadan önce ” gerçeğin koşullarını” ve bilgi hakkında çeşitli araştırma yapmak gereklidir. Ayrıca Kant’a göre insanın bilgisi “Duyu organlarından gelen bilgileri zihninde olgunlaştırarak bir düşünceye çevirir”. 

İntuitionizm (Entüisyonizm – Sezgicilik) nedir? (Felsefe akımları)
Temsilcisi Henri Bergson’dur. Hendi Bergson’a göre zeka hayatı kavrayamaz. Bunun nedeni hayatın zaman içerisinde öğrenilip kavranmasıdır. Hayatın bir yaratma gücü vardır ve bu yaratma gücünü biyolojik temeli olan alet yapmaya yarayan zekamız kavrayamaz. Bunu kavrayacak özel bir yetenek ise sadece sezgi yani İntution dur. 
Faydacılık Nedir? Pragmatizm Tanımı (Felsefe Akımlar)
 Pragmatizmin kurucusu Amerikalı psikolog William James’dir. Pragmatizm bir yaşam felsefesinin yanında bir iş – eylem planlamasıdır. Yani pragmatizme göre insan yaşamında, işe yarayan her şey faydalıdır. Hayat ve olaylar değişkendir. İnsanların ihtiyaçları da değişir. O halde hakikatlerde değişkenlik gösterebilir. İnsanın işine yarayan her şey insan için birer faydalıcıktır. Hakikatlerin gerçek değeri ancak insana sağladığı faydadır. Felsefede Faydacılık, hem iyinin teorisi hem de doğrunun teorisidir. İyinin teorisi olarak faydacılık refahcıdır (welfarist). İyi en fazla faydayı sağlayandır ve burada fayda zevk, tatmin veya bir nesnel değerler listesine göre tanımlanır. Bir doğru teorisi olarak ise faydacılık neticecidir (consequentialist). Doğru hareket bir şeyin uygulanabildiği ölçüde gerçek olduğu savına dayandırılmıştır. Buna göre eğer bir olgu ya da görüş pratikte uygulanabiliyorsa ve başarı veriyorsa o şey mekanizmaları tartışılmaksızın doğru kabul edilmelidir, tersi durumda da yolunda gitmeyen şey araştırılmaksızın çöpe atılmalıdır. Faydayı hayatın ve bütün ahlaki davranışların ölçüsü olarak gören felsefe öğretisine faydacılık denir. Faydacılığın temel ilkesi şudur: Olabildiğince çok sayıdaki insanın olabildiğince çok mutlu olması. Faydacılık ahlakının temel ilkesini ilk kez ortaya koyan Francis Hutcheson (1694-1747), "mümkün olduğu kadar fazla kimseye mümkün olduğu kadar fazla mutluluk sağlayan" davranışın en çok takdir edilecek davranış ol­duğunu söylüyordu. Ona göre, bir yandan aklın yol göstericiliğine, diğer yandan da deney ölçüsüne ihliyaç duyan ve Tanrı'nın İnsana bağışı olan bir "Ahlak Duyusu" (Moral Sense) vardır. Tanrıyı tanımayanlarda bile bulunan bu duygu insanlar arasında bir çeşit duygudaşlığı ifade eder. Çünkü, "bu duyu, yalnız bazı eylemleri yapan kimselere ve alicenap dosta karşı değil, verimli bir tarlaya, halta geçmiş yıllarda ve başka uluslarda yaşamış olan kimselere karşı da" duyulur. İşte canlılara olduğu kadar cansız varlıklara da beslediğimiz bu ahlak duygusu, Hutcheson'a güre, hiçbir dini temele dayanmadığı gibi, doğuştan da değildir. Hatta bu duygu toplumun iyiliğine de dayanmaz; çünkü kendi vatanına ihanet eden bir adamdan nefret eder ve alicenap bir düşmana karşı saygı duyarız. Faydacılık görüşünün asıl temsilcileri Jeremy Bentham (1748-1832) ile onun Öğrencisi olan John Stuart Mili (1806-1873)'dir. Bentham, Hutcheson tarafından ortaya komitan ve faydacılığın ilkesi olan cümleyi Josseph Priestley'in bir kitabında görünce içinden geçen duygulan şu cümlelerle açıklamıştır: "Bunu görünce, Archimed'in sıvılardaki dengeye dair ilkesini bulduğu zaman duyduğu sevinçle haykırdım: Buldum!..." Bentham, savunduğu ahlak öğretisine uygun davranmak için, ölümden sonra da yararlı olması düşüncesiyle cesedinin Tıp Fakültesine verilmesini vasiyet etmiş, zamanın adet ve geleneklerine uygun olmamakla birlikte öldükten sonra tanınmış bir operatör, kendisi hakkında yaptığı bîr övgü konuşmasından sonra, ceset üzerinde öğrencilerine uygulamalı bir ders vermiştir. 

Pozitivizm Nedir?  (Olguculuk) (Felsefe Akımları) 
Pozitivizm, olguculuk iki felsefi düşünceye verilen addır. Her iki düşüncenin de teoloji ve metafizik içermeyen, sadece fiziksel veya maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bilim anlayışı vardır. Daha eski olan pozitivism Auguste Comte'un 19. yy. da ortaya attığı düşüncedir, yeni olan mantıksal pozitivizm 1920'de Viyana Çevresi tarafından kurulmuştur. Deneyle gerçekleşmemiş olan her şeyi kabul etmeyen, araştırmaları olgulara, gerçekliklere dayandıran, metafizik açıklama­ları teorik bakımdan imkansız ve uygulanırlık yönünden faydasız gören, deneyle ispatlanmayan soru veya sorunları spekülatif olarak niteleyen felsefe öğretisi ve akımıdır. Özel olarak Fransız sosyolog ve filozofu Auguste Comte'un felsefesidir. Pozitif kelimesini 1830 da ilk kullanan Saint Simon ise de felsefeye ve bilime kazandıran Comte'dur. Ona göre pozitivizm demek olan pozitif felsefe, pozitif bilimlerin bütünü temel alınarak oluşturulan felsefi sistem­dir. Ancak Comte Cours de Philosophie Positive: (Pozitif Felsefe Derslerinde pozitivizmi bilimler felsefesi şeklinde tanımlarken, Systeme de Politique Positive (Pozitif Politika Sistemi)nde siyaset Le Cateshisme Positiviste (Pozitivizmin ilmihali)nde dini bağlamda ele aldığı söylenebilir. Dolayısıyla pozitivizm terimi bizzat Comte'da bile kesin bir tanıma kavuşturulmayıp ele alınan ve incelenen konulara göre değişikliklere uğramaktadır. Pozitivizmi sistem haline dönüştüren her ne kadar Comte ise de, antik çağda bir anlamda Sofistler, Sextus Empiricus, Yeni Çağda İngiliz Deneyciliği ve Fransız Ansiklopedistleri, yani Hume, d'Alembert, Turgol vb. hazırlayıcıları şeklinde görülebilirler. Comte'a göre ancak fenomenleri, olguları bilebiliriz, bu bilgimiz de mutlak değil, izafidir. Olayın gerçek nedeninin, özünün ne olduğunu araştırmak gerekmez. Fakat olayın zincirleniş ve benzerlik bakımından öteki olaylarla bağıntısının ne olduğu araştırılabilir. Değişmez olan bu ilişkilerden benzerlik bakımından olanlarına "kavramlar", zincirleniş bakımından olanlarına "olguların yasaları" (fenomenlerin kanunu) denir. 

Analitik Felsefe Akımı Nedir? (Neo-pozitivizm)
Analitik felsefe akımı, 1900'lü yılların geleneksel düşünce sistemlerini eleştirerek kurulan ve felsefesini bu yönde geliştiren bir felsefe okuludur. Bu akım, analitik felsefe dışında; Analiz, Oxford Felsefesi ve Cambridge Analiz Okulu gibi adlarla da anılmaktadır. Analitik Felsefe Akımının Kurucuları ve Üyeleri Analitik felsefenin kurucuları Cambridge filozofları G.E.Moore ve Bertrand Russell'dir. Bu filozoflar; Gottlob Frege, Ludwig Wittgenstein, Rudolf Carnap, Kurt Gödel, Karl Popper, Hans Reichenbach, Herbert Feigl, Otto Neurath ve Carl Hempel gibi isimlerden etkilenmişlerdir. Russell ve Moore'u İngiltere'de C. D. Broad, L. Stebbing, Gilbert Ryle, A. J. Ayer, R. B. Braithwaite, Paul Grice, John Wisdom, R. M. Hare, J. L. Austin, P. F. Strawson, William Kneale, G. E. M. Anscombe ve Peter Geach; Amerika'da ise Max Black, Ernest Nagel, C. L. Stevenson, Norman Malcolm, W. V. Quine, Wilfrid Sellars ve Nelson Goodman Avustralya'da A. N. Prior, John Passmore ve J. J. C. Smart takip etmişlerdir. Analitik Felsefe Anlayışı Analitik felsefe Hegel kökenli "Mutlak Gerçeklik" kavramı ve idealist sentezine karşı bir reaksiyonu temsil eder. İdealist felsefede; gerçeğin görünüşlerden büsbütün bağımsız olduğu ve felsefenin de bu bağımsız alanla ilgilendiği kabul edilmekteydi. Analitik felsefede ise felsefenin işlevinin duyularımızdan bağımsız olduğu varsayılan veya inanılan alanla ilgili spekülasyon yapmak değil, bilgi dediğimiz şeyin hangi anlamda bir bilgi olduğunu lingüistik araştırmalarla analiz etmek ve felsefeden entelektüel kargaşa veya yanlış anlama gelen ve hatta yanlış sorulan soruları ayıklamak olduğunu kabul edilmektedir. Analitik felsefe pozitivizmin 20. yüzyılda çağdaş bir görünüm almış şeklidir. Neo-pozitivizm ya da mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma göre felsefe; varlık, değer ve tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru bilgidir. Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin analizi gerekir. Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve yapısı incelenir. Bu da dil analizidir. Analitik felsefeye göre felsefede ortaya çıkan sorunlardan birisi bulanık mantıksal çıkarımlar; diğeri değişik anlamları olan sözcüklerin bir birine karıştırılmasıdır. Bu nedenlerden kaynaklanan sorunları çözmek için de bulanık mantıksal çıkarımlar yerine açık-seçik mantıksal çıkarımlar oluşturmak ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil sistemini kurmak gerekir. Bu akımın başlıca temsilcileri; Ludwig Witgenstein, Moritz Schlick, Rudolf Carnap ve Hans Reichenbach’tır. 
Fenomenoloji, Görüngübilim (Felsefe Akımları) (Öz bilim) Fenomenoloji Nedir? 
Felsefede Edmund Husserl tarafından kurulmuş olan fenomenoloji felsefesi, 20. yüzyılın başlarında pozitivizme ve ampirisizme karşı çıkıyordu. Fenomenoloji, felsefenin bilgi, varlık, değer felsefeleri gibi alanlarıyla uğraştığı için tümel bir nitelik taşıyordu. Bazılarına göre ise bir felsefe akımı olmaktan çok, bir felsefe yöntemiydi. Bu akım da diğer felsefe akımları gibi öz-nesne ilişkisinden yola çıkıyordu. Neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınan doğa yasaları, Husserl'e göre, belli bir takım koşullar altında elde edilen sonuçlar ışığında bir kesinlik değeri taşıyorlardı. Koşullar değiştiğinde ise, farklı sonuçlar elde edilecek ve doğa yasalarının genel geçerlilik iddiaları söz konusu olamayacaktı. Bu nedenle de nesneler dünyası ancak rastlantı kategorisiyle kavranabilirdi Hesserl için. Ampirik olarak algılanan nesneyi yadsımayarak, tam tersine onu kayıtsız şartsız kabul eder ve dünya her türlü kuşku ve yadsımaların üzerinde varolarak, dünyanın bu biçimde kabulüne fenomenoloji ‘doğal tavır' gösterir. Dünyanın varoluşunu bu şekilde kabul eden doğal tavır içeriğinde adeta naif ve dogmatik bir realisttir. Bu da pozitivizm ve ampirisizm ile buluşan bir düşünce oluyor tabi. Bu tavrı aşmak için ikinci bir ‘fenomenolojik indirgeme' diye adlandırılan bir tavır geliştirir. Bu tavır ise Husserl'in yapıtlarında ‘parantez içine alma', ‘etkisiz kılma', ‘dışarda bırakma', ‘engelleme', ‘soru konusu yapma' deyimleriyle isimlendirilmektedir. Bu şekilde bir adım daha atar ve bu kez de fenomenolojik indirgemeyi özneye yöneltir. Artık özne paranteze alınır. Çünkü özne de psişik ben'i, bilinci, öznelliği bakımından nesneler dünyasının bir parçasıdır. Özetleyecek olursak, amaç dünyanın özünü, onu rastlantısal dış görünüşlerden soyarak ortaya çıkarmaktır. Böylece nesneler dünyası için ‘salt öz' (Eidos), ‘salt varlık' (Essentia) düzlemine erişmek için yapılan eylem gerçekleşir. Fenomenoloji psikolog Brentano ile matematikçi Husserl ‘in çalışmalarına dayanır. Fenomenolojide “intentionalite” yani “seçimli yönelimlilik” kavramını geliştiren Brentano’dur. Ona göre her bilinç edimi, yani “cogito” bir yönelimdir, seçimdir. Yani her bilinç ediminin bir nesnesi vardır. “Düşünüyorum” mutlaka “bir şeyi düşünüyorum” anlamına gelir. Düşünülen şey de aslında düşüncenin kendisinden başka bir şey olamaz. Çünkü “Masayı düşünüyorum” demek aslında “Gerçek masanın bilincimdeki korelatı ile iş görüyorum” demektir. Mademki “cogito”nun nesnesi “ide” mahiyetindedir, o halde bir “cogito” bir başka “cogito”yu nesne edinebilir. “Bilinç edimimi” bir başka “bilinç edimimin” nesnesi kılabilirim, onu da bir başkasının. İşte bu anlayışta epistemolojik “özne-nesne” ikiliği ortadan kalkar. Husserl bu yönde açık seçik bir bilgi bütünü elde edilebileceğinden hareket etti. Fenomenolojinin söz konusu ettiği “fenomen”ler “özsel” niteliktedir. “Özsel” in ne anlama geldiğini aşağıda açıklamaya çalışacağım. Fenomenoloji, “doğal tavır” ya da “tabii tavır” adını verdiği tavırdan tamamen farklı şekilde düşünmeye dayanır. “Doğal tavır” bizim günlük yaşamdaki tavrımızdır. Mesela günlük yaşamda masayı düşünürken sahiden de somut masa ile iş gördüğümüzü kabul ederiz. Oysa fenomenolojik tavırda nesneler artık, gerçek nesneler olmaktan çıkmış “ide”ler olarak ele alınmaktadır. Yani nesneler “doğal tavırda” olduğu gibi değil, birer bilinç fenomeni olarak bilinçte ortaya çıkmış nesneler olarak işlenirler. 

Yorum Gönder Blogger

  1. Merhaba,

    Yeni Güncel Blog Adresiniz Açıldı : www yorumlasak com

    YanıtlaSil

DİKKAT!
İfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
:) (: :)) :(( =)) =D> :D :P :-O :-? :-SS :-t [-( @-) b-(

 
Tavizsiz © 2013. All Rights Reserved. Shared by WpCoderX
Top